Yayınlanma Tarihi: 4 Mart 2017 — okunma
Kilise, 1831 yılında inşâ edildiğine göre ve buharlı gemilerin icadı ve öncesindeki diğer sebepler ardından başta Kırım ve Rusya olmak üzere denizci nüfus ile Fatsa ve Ünye’den göçen Ortodoks Ermeniler geride kalan kiliselerini Protestanlara ve Müslümanlara satmak zorunda kalmışlar, Müslümanlar tabii ki bunu hemen câmiye çevirmişlerdi.12 “.. bir kiliseleri ile beraber kırk ermeni evi var”13 gerçeğini de dikkate aldığımızda XIX. yüzyıl ikinci çeyreğinde kilisenin sahipsiz ve cemaatsız kaldığı, masraflarını karşılayamadığı ortadadır. Bu itibarla Ünye’deki Ermeni kilisesini satın alanın bu mekânı revizyona tâbi tutarak câmi olarak değil de ticarî gayeyle hamam olarak kamu hizmetine sunduğu âşikârdır.
Osmanlı Vilâyet Sâlnâmelerinin (il yıllıkları) başlangıcının 1869 yılında ve Devlet Sâlnâmelerinin ilkinin de 1847 yılında yayımlandığını dikkate aldığımızda zikrolunan yıllıklarda bahse konu 1872 yılı Ünye tapu kayıtlarındaki tapu senetli mekânın kilise olarak değil de neden hamam olarak kayıtlarda yer aldığını böylece anlaşılabilir hale getirmiş olduk.
O dönem Osmanlı tebasının millet-i sâdıkası olarak telâkki edilen ama sayıca az Ermeni nüfusuna ait mezarlığın da Cumhuriyet Meydanı’ndaki mezarlıkta değil de küçük bir mekânda (örneğin Çakırtepe sırtlarında) yer alıyor olması da makul karşılanmalıdır.
Kaynağına ve belgesine ulaşamadığım ve sanal âlemde kopyala / yapıştır yöntemiyle (ç)alıntılanan ve şüphe ile yaklaşım telkin eden bir veride de “Çarşı Hamamı’nın 1790’larda Hagia Minea (Aya Minos) Rum Kilisesi olarak yapıldığı bilinmektedir.” iddiasına rastlanılmaktadır.
Ünye merkezde yer alan diğer iki kilise (Theotokos ve Panagia Kiliseleri) ile Garipler Adası’nda (Aynikola mevkii) yer alan St. Nicholas Kilisesi’nin yeri kesinlikle belli iken dördüncüsünün (Ermeni Surp Minas Kilisesi) acaba nerede ve hangi yapı olabileceği birçok insanımızın zihnini meşgul etmiş ve kuşkulu gözler ister istemez haklılık payı da var olan tipik kilise mimarîsi ile ‘ben işte buradayım’ diyen Eski Hamam diye âşina olduğumuz Çarşı Hamamı’na odaklanmıştır.
Bu tespiti kuvvetlendiren belge, bilgi ve duyumları değerlendirecek olursak;
1) Sözlü anlatımlarda, hamam duvarlarındaki fresk ve aziz ikonalarının bahsi geçmektedir. Üzerleri birkaç kat sıva ile kaplandığından günümüzde bu freskler ve azizlerin izleri gözden kaybolmuştur. Emekli Belediye Zâbıta Âmiri Recai EKİNCİ (82) hamamın kubbesinde renkli kilise resmi (fresk) gördüğünü anlatır. Kılıç Otel’in sahibi Recai KILIÇ (77) hamamın sağ giriş duvarında benzer resimler bulunduğunu hatırlamaktadır. İnşaat Mühendisi Eren TOKGÖZ’ün sözlü aktarımlarında, kendisinin bu badananın altındaki aziz tasvirlerini gördüğüne, hattâ badana tabakası kazındığında fresklerin ortaya çıktığına dair beyanları sahihtir.
2) Yapının orta bölmesinin düz tavanının yerini, gözpenceresinde (eye window) biten sekizgen piramit tonoz (çatı kemeri) almıştır. Gözpencere, uzun ve zarif sütunlara oturtulmuş kubbe kulesi ile dıştan örtülmüştür. Bu kule, muhtemelen (!) çan kulesi işlevini görmüştür.
3) Gözpenceresi altında yer alan ve kiremit örtülü kubbeyi taşıyan sekizgen piramit tonozun Ermeni kilise mimarîsinde cam pencereli olması mekânı aydınlatma amaçlıdır. Osmanlı hamam kültüründe mahremiyeti tesis açısından bu mimarî stil mevcut değildir. Dolayısıyla kilise hamama dönüştürülürken bu camlı pencereler de muhtemeldir ki örülerek kapatılmıştır.
4) Ermeni kiliselerinde stilistik benzerlikleri tetkik ettiğimizde; a. Bütün Ermeni kiliselerinin tümüyle taştan yapıldığını, b. Tavanların hep tonozlu olduğunu, c. Ermeni kiliselerinde kubbe tercihinin kendini çok erken gösterdiğini ve hattâ VI. yüzyıla gelindiğinde kubbesiz bir kilise düşünülemediğini, ç. Tavanların çok parçalı bir görünüme sahip olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Bergama Hacı Hekim Hamamı, Bursa Ördekli Hamamı, Edirne Ulu Câmi, Merzifon Paşa Hamamı ve Amasya Kaygan Hamamı örneklerinde olduğu gibi mimarîlerindeki benzer GÖZPENCERE ve Aydınlık Feneri stilleri kültürler arası etkileşimin günümüze bir yansımasıdır.
“Eski Roma hamamı mimarîsinde yer alan kubbe üstü kuleleri, daha sonra Türk hamamı mimarîsinde de kullanılmıştır. Bu kuleler, çan kulesi yahut gözetleme kuleleri değildir. Kubbede yer alan ve aydınlatma amaçlı kullanılan hamam kuleleri, kubbede camlı yuvarlak pencereler gibi gün ışığından yararlanmak, gece de kandil yakmak amacıyla tasarlanmıştır.” bilgilerini de göz ardı etmeme amaçlı paylaşmakta yarar vardır.14
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler çerçevesinde Ünye’de mukim Ermeni cemaatine ait Surp Minas Kilisesi’nin, XIX. yüzyıl ikinci çeyreğinde cemaatin azalması ve muhtemelen kilise masraflarını karşılayamaması nedeniyle kiliseyi sattıkları ve satın alan şahsın da ibadethâneyi hamama çevirdiği ve Osmanlı tapu kaydına da hamam olarak kaydettirdiği anlaşılmaktadır.
Eski Hamam, uzun yıllar rahmetli İsmail SOYSAL ve vârislerinin sevk ve idaresinde Soysal Ailesi’nce işletilmiştir. 2005 yılında büyük onarım gören hamam, Reşadiyeli Şahin UÇAR (51) tarafından yeniden işletmeye açılır, 7 yıl işletildikten sonra 07 Ağustos 2012’de Sayın UÇAR trafik kazasında hayatını kaybeder. Akabinde oğlu Yılmaz UÇAR, Soysal Ailesi’nden kiraladığı hamamın işletmeciliğini sürdürmeye devam eder.
Hac Sûresi’nin 40. Âyeti’nde “Eğer Allah bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile savuşturup önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi.” buyrulmaktadır. Başka bir inancın mensuplarını kendi inançlarına göre Allah’a ibadet etmekten alıkoyma teşebbüsleri Kur’ân tarafından kutsallığa tecavüz fiili olarak nitelendirilmiştir.3
Bilindiği üzere İslâmiyet’in hâkimiyetini kabul etmek suretiyle zimmî statüsünde İslâm topraklarında yaşamayı kabul etmiş olan ehl-i kitâp, prensip olarak inançlarını yaşama imkânını elde ediyor, herhangi bir baskı ile karşılaşmıyordu. Dinî hayatın bir parçası olan mâbetlerle ilgili uygulamalar da bu hoşgörü ve saygının en bâriz örneğini teşkil etmekteydi. Görülebildiği kadarıyla, “İslâm’da kilise inşâ etmek yoktur” şeklinde bazı kaynaklarda hadis olarak nakledilen söz de sahih değildir.3
Özetle; bütün mâbetlerde Allah’ın isminin çokça anıldığı dile getirilmekte ve onların korunmasının Allah’ın muradı olduğu ifade edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, farklı dinlere ait mâbetlerin Allah (C.C.) tarafından tarihî örgü içinde korunduğunu ifade etmektedir. Bunun yanında 40. Âyet, sosyal barışın bir ifadesi olarak mukaddes sayılan mâbetlerin korunması fikriyle ortak değerlere vurgu yapmakta ve inananların ‘aynı bütünü’ oluşturduklarını ifade etmektedir.3
Bulgaristan, Plovdiv (Filibe)’de gördüğüm Osmanlı’dan kalma tarihî bir câminin ‘İçkili Bar’ olarak kullanıma tahsis edilmiş olması beni içten yaralamıştı. Aynı duygularla Sayın İsmail SARI Bey de “Ben, dış ülkelere gittiğim zaman, özellikle Balkanlarda harabe haline getirilmiş câmileri görünce içim kan ağlıyor. Ve diyorum ki bir Hristiyan benim ülkeme geldiği zaman dinî mâbedini harabe halinde görmesin. Bakımlı olsun, korunaklı olsun ki o da kendi ülkesindeki benim mâbedimi korumayı, kollamayı görev bilsin.” diyerek düşüncelerime tercüman olmuştur.4
Araştırmalara göre İngiltere’de her sene yaklaşık 20 kilisenin kapısına kilit vuruluyor. 2015 yılı ortasına kadar Danimarka’da neredeyse 200 kilisenin kapatıldığı kayıtlara geçerken, Almanya’da son 10 yılda 515 kilisede çan sesleri susmuştur. Hollanda’da ise Katolik dinî liderler, ülkede 10 yıl içinde yaklaşık bin 600 olan kiliselerinin 3’te 2’sinin, Protestanlar ise gelecek 4 yıl içinde yaklaşık 700 kilisenin kapanacağını öngörüyor. Kiliselerin cemaati azalıyor. Kapanmasının sebebi de ilgisizlik. Amerikan Georgetown Üniversitesi’nin 2012 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Avrupa’da kiliseye düzenli gidenlerin sayısı giderek düşerken ateistlerin sayısı giderek artıyor.5
İnançlara saygının bir tezahürü olarak Yalıkahvesi’ndeki bir zamanlar Elektrik Santralı ve ardından Düğün Salonu olarak kullanılan Ortodoks Rum Panagia Kilisesi’nin restorasyona tâbi tutulup, cemaati olmadığından kültürel etkinliklere tahsis edilmesi takdire şâyandır.
Aynı duyarlılıkla Aynikola mevkii Garipler Adası’nda yer alan ve Türk asıllı Hristiyanlaştırılmış keşiş Noel Baba’nın (Sarı Saltuk – St. Nicholas) inşâ ettiği ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış kutsî mekânın da Balkanlar, Kırım ve Rus Hristiyanlarının Hac Ziyâret Merkezi olarak turizm destinasyonda Kültür Yolu Projesi kapsamında Ünye Belediye Başkanlığı olarak Yatırım Programı’na alınması sevindiricidir.
Benzer yaklaşımla cemaatini kaybetmiş Ermeni Surp Minas Kilisesi’nin de restore edilip HAMAM UTANCI’ndan arındırılarak aslî hüviyetine yakışır biçimde ya “Ünyeli Gayr-i Müslimler Kent Müzesi” ya da kültürel amaçlı diğer bir mekân olarak kullanıma tahsis edilmesi beklentimizdir.
Yüce Allah, ‘Doğrusu Ben, yeryüzünü sâlih kullarıma vâris bıraktım’, buyurmuştur.
KAYNAKÇA :
3 ÖZTÜRK, Doç. Dr. Levent – Kur’ân’a göre (Hac 22/40) Hristiyan Mâbetlerine Gösterilmesi Gereken Saygı, Sakarya Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi Dergisi 5 / 2002, sh. 71 – 86.
4 SARI, İsmail – Dinî Mâbetlere Saygı ve Ünye Kilisesi’nin Onarımı, Ünye Kent Gazetesi, 28 Şubat 2014.
5 AA – Satılık Kiliseler Câmi Oluyor, Akşam Haberler, 05 Şubat 2016, http://www.aksam.com.tr/dunya/satilik-kiliseler-cami-oluyor/haber-487435
14 ÜTAG – KABAYEL, Ahmet / VARİLCİ, A. Derya – Eski Hamam, Ünye Kent Gazetesi, 29.01.2010, http://www.unyekent.com/konu/154/eski-hamam
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.