Yayınlanma Tarihi: 16 Nisan 2015 — okunma
Merhaba Semra,
Nasılsın? Mektubunu almak inan çok iyi geldi bana. Yazdıklarının üzerinde epeyce düşündüm. Aslında birçok konuda hemfikirim seninle. Bu mektubu öğle tatilinde yazıyorum. Alelacele yedim yemeğimi ve çayımı alıp masamın başına oturdum. Dışarda güneş var, içerdeyse Chopin çalıyor. Bilmem nereden başlamalı yazmaya?.. Mesela şu idare müdürü konusundan başlayabilirim. Ben de senin düşündüğün gibi bu adama karşı mesafeli olmak gerektiğini düşünüp hemen uygulamaya geçtim. Ne oldu dersin? Adam soğuk tavırlarımı hiç üzerine almadı. Kendisiyle ilişkilendirmeyi aklına dahi getirmedi. Tavırlarımdaki değişikliği kendi sorunlarımın olabileceğine yordu. Rastladığı her yerde, “N’oldu Mine Hanım, neden bu kadar keyifsizsiniz? Sizi son günlerde biraz durgun, biraz neşesiz görüyorum” deyip durdu. Fakat gene de bu bile, bana daha fazla yaklaşmasına, masama kadar gelmesine engel oldu.
Geçen hafta biraz rahatsızdım. Bilirsin, kolay kolay gitmem doktora. Hadi dedim, bunca yıldır sigortalıyım, bari bir kere olsun kullanayım şu hakkımı. Kalkıp sigorta hastanesine gittim; en büyüklerinden birine. Hastane ana baba günü; tıklım tıklım… Sordum soruşturdum, ilk başvuruyu yapacağım yeri buldum. Sıram gelince kimliğimi görevliye uzatıp beklemeye başladım. Nasıl yılışık biri anlatamam. Öyle de cüretkâr ki! Amiyane tabiriyle söylersem adam resmen asıldı bana. Zaten hastayım, iyice bozuldu sinirlerim. Bulunduğum yerin hastane olduğunu unutmadan ne şekilde davranmam gerektiğini hesap etmek zorunda kaldım. Çünkü orada herkes, ya hasta ya da hasta yakını; insanların canı burnunda yani. Baktım ki bir şey söylesem olay çıkacak, üstelik büyük bir ihtimalle haklıyken haksız duruma düşeceğim, sustum. Sustum susmasına da… o söyleyemediğim şey beni içten içe yedi bitirdi. Muayene odasına nasıl girdim nasıl çıktım, hiç bilmiyorum.
Karmakarışık duygular içinde çıkışa doğru yönelmişken birden bir doktor arkadaşımın o hastanede çalışmaya başladığını hatırladım. ‘Bir bakayım, eğer müsaitse hem görmüş olurum hem de onu görmek bozulan sinirlerime iyi gelebilir’ düşüncesiyle sora sora odasını buldum. Kapıyı tıklatıp içerden ‘buyurun’ yanıtını alınca girdim. I-ıh, buyur eden o değildi. Odada yalnızca masanın kenarındaki bir sandalyede oturan yaşlı bir adam vardı. Doğru yere geldiğimden emin olmak için, “Affedersiniz, Tarık Bey’in odası, değil mi?” diye usulca sordum. “Evet, onun odası” dedi adam. “Doktor Bey’e bakmıştım ama yok galiba.” “Aaa, şimdi dışarı çıktı, birazdan gelir, buyurun oturun.” Teşekkür edip karşısındaki boş sandalyelerden birine geçtim. Adam beni tepeden tırnağa inceledikten sonra konuşmaya başladı. “Geçmiş olsun, neyiniz var?” Hiç beklemediğim bir soruydu bu ve nezaketsiz buldum. “Eee şey, ben Tarık Bey’in hastası değilim. Arkadaşıyım. Başka bir rahatsızlık için gelmiştim de hastaneye, onu da bir ziyaret edeyim dedim.” “Nereden arkadaşsınız Tarık’la, okuldan mı?” “Yok hayır, aynı okuldan değiliz.” “O zaman nereden tanışıyorsunuz?” ‘Ne demeli şimdi?..’ “Aynı arkadaş grubundaydık. Yine öğrencilik yıllarından yani…” “Sık görüşüyor musunuz?” ‘Hoppalaaa!’ “Yok hayır, maalesef görüşemiyoruz. Ben de çalışıyorum. Bugün de izin alıp geldim.” Bu diyaloglardan sonra, ‘Yaa, bu adam beni ciddi ciddi sorguya çekiyor’ hissine kapıldım. ‘Tarık diye hitap ettiğine göre bir yakını olmalı. Ama beni niye böyle sorguya çekiyor ki?’ Bu defa ben, “Peki siz hastası mısınız Tarık Bey’in?” deyince, “Yok, ben kayınpederiyim” deyiverdi aceleyle. ‘Haydaaaa!’ Yıllardır görmediğim arkadaşımın yanına uğruyorum, beni kayınpederi karşılıyor. Bu kaç milyonda bir ihtimaldir acaba? Tarık’ın evlendiğini, iki çocuğu olduğunu duymuştum ama hastanedeki odasında kıskanç kayınpederiyle karşılaşmak hiç yoktu hesapta. ‘Evet ya, bu adam Tarık’ı açık açık kıskandı benden.’ Durumu kavrayınca adamcağızın daha fazla üzülmesine gönlüm razı olmadı. “Aslında Tarık, eşimin arkadaşı, ben onun aracılığıyla tanıştım” deyip evli olduğumu beyan ederek onu rahatlatmaya çalıştıysam da pek tatmin olmadı galiba. Çünküüüü, “Eşiniz ne iş yapıyor?” diye sorgusunu kaldığı yerden sürdürdü. ‘Eeee, yeter ama artık!’ dedim (tabii ki içimden) ve bir yolunu bulup kendimi dar attım dışarı. Kayıt memurunun bana yaşattığı o tatsız duygunun üzerine bu adamcağız tuz biber ekmiş, iç sıkıntımı daha da katmerleştirmişti. Tarık da hâlâ yoktu ortalarda.
Sevgili Semra, yazacaklarım bundan ibaret değil elbet fakat arkadaşlar yemekten dönmeye başladılar. Artık bir dahaki mektupta kaldığım yerden devam ederim. Şimdi çalışma zamanı. Sevgiyle kucaklıyorum. Görüşmek dileğiyle…
Mine