Yayınlanma Tarihi: 27 Kasım 2014 — okunma
Panait Istrati sevdiğim yazarlardan biri. Romain Rolland ona ‘Romanyalı Gorki’ adını takmış. Romen olduğu halde bütün kitaplarını Fransızca yazmış bir yazar Istrati. Birçok kitabında adı geçen Mihail, onun Arkadaş (Mihail) adlı eserinin baş kahramanı ve yine diğer eserlerinde de sıkça işlediği dostluk kavramı, Arkadaş’ın ana teması.
Istrati’nin olgunluk dönemi eseri olan Arkadaş, epeyce yoğun bir metin. Bu özelliği, derin anlamlarla yüklü edebi cümlelerinin özüne inebilmek ve tadına varabilmek için üzerinde düşünerek sindire sindire okumayı gerektiriyor. Kitapta nefis doğa betimlemelerinin yanı sıra yazar; felsefe, edebiyat, sanat, sanatçı, güven, yoksulluk vs. gibi birçok konuda düşüncelerini, ince elenip sık dokunmuş şiirsel bir anlatımla ifade ediyor. Istrati’nin bu eşi az bulunur lirik diliyle edebiyatın ışıltılı, berrak, engin sularına yelken açıyor, Adrian’ın coşkusuna kayıtsız kalamazken Mihail’le sükûn buluyorsunuz.
Ülkemizde 12 Eylül’le başlayan ve günümüze kadar artarak süregelen, parlak zaferinin hasadını fazlasıyla toplamış ve toplamakta olan “kitap ve okuma düşmanlığı”, daha başka birçok yazar gibi Panait Istrati’yi de unutturdu. Kitabın kapağını açtığınızda -sevinçli bir sürpriz gibi-, bugün artık çok yabancısı olduğumuz; dostluk, arkadaşlık, okumak, kitap, sanat, edebiyat, sanatçı ve benzeri kavramların önemli ve değerli görüldüğü bir dünyayla karşılaşıyor, Istrati’nin bin bir zenginlikle dolu ilginç dünyasına adım atıyorsunuz.
Ancak bana bu kitabı hatırlatan ne dostluk ne de edebiyat; hani şu yırtık lastik ayakkabıları evlat acısının önüne geçirilen, hani acısını yaşamasına dahi saygı gösterilmeyen Ermenekli madenci babası Recep Gökçe var ya, işte o… “Oğlum yüzmeyi bilmezdi ya, suyun içinde ne yaptı” diye ıstırap içinde kıvranan anne Ayşe Gökçe’yi de, “Getti mi benim oğlan şimdi? Saklaman” diye soran baba Recep Gökçe’yi de duyup etkilenmeyen taştandır zaten, canlı olamaz. Ama beni daha derinden sarsan bir şey var ki, o da; evlat acısıyla yaslı, insanı kahredecek kadar zayıf ve yaşlı, kimsesizliğin ve çaresizliğin kıskacındaki bu babanın neler hissedebileceği hiç mi hiç hesaba katılmadan yırtık lastik ayakkabılarının günlerce teşhir edilmesi ve bu yetmiyormuş gibi ona bir çift de lastik ayakkabı alınarak iyiden iyiye utandırılması, mahcup edilmesi… Çok mu gerekliydi bu? Neye faydası oldu bunun? İşte bu adamın, “Şimdi giymem desem olmaz, almam desem olmaz. Madem getirmişler…” derkenki ruh hali beni Panait Istrati’ye kadar götürdü. Tam da bu noktada söz, Istrati’nin.
Arkadaş’ta, sefalet ve pislik içinde yaşayan Mihail’i dostu Adrian bu durumdan kurtarmak için yanıp tutuştuğu halde onun sert tepkisi, şiddetli itirazıyla karşılaşır. Aralarında şöyle diyaloglar geçer: “ Adrian: Sizi onurunuzla bağdaşmayan bir durumda görüyorum, bu yüzden acı çektiğinizi düşünüyorum… / Mihail: Bundan acı çektiğimi nereden biliyorsunuz? Size böyle bir şey söyledim mi?/ Adrian: Yok ama, öyle tahmin ettim. Sefalet hoş bir şey değildir. Ben de bilirim onun tadını./ Mihail: Sefalet içinde yaşadığıma emin misiniz?/ Bu çelişkili soru Adrian’ı şaşırttı.” / (….) / “Mihail: Adrian, günün birinde dost olacağımızı sanıyorum, ama ondan önce dövüşsek daha iyi olmaz mı dersiniz?/ Adrian: Dövüşmek mi? O da neden?/ Mihail: Çünkü kusurlarınız arasında bir tanesi var ki bazı kimselere pek ağır gelebilir; bu ise, birine, isteyip istemediğini sormadan vermek arzunuz, korkunç bir şey bu, çünkü takdir ettiğimiz insanın bir ikramını kabul edememek bazen bizi bir malımızı elimizden zorla almalarından fazla üzer. Zorla cömertlik, buna katlanamayan için zorla yapılan şeylerin en kötüsüdür. Bu gerçek size ne kadar garip görünürse görünsün, böyledir.”
Ve yazıyı Panait Istrati’nin sefalet konusunda yine Mihail’in ağzından söylediği şu sözlerle noktalayalım: “Sefalet, gerçek -yani hayatı zehirleyen- sefalet, şu içinde yüzdüğüm dipsiz yoksulluk ve pislik değildir, sevdiği hayatı sürdürmek için bütün olanaklara sahip olduğu halde, bunu yapamayan insanın durumudur.” (Yaşar Nabi Nayır çevirisi, Varlık Yayınları, 1994)