Yayınlanma Tarihi: 5 Aralık 2013 — okunma
Büyük şehirden gelip küçük bir yerde yaşamaya başlamanın insana sağladığı en önemli faydalardan biri de, büyük şehre uzaktan bakma olanağı vermesidir. İçinde yaşayanlar için sıradanlaşmış, olağanlaşmış, giderek kanıksanmış bazı büyük şehir hallerini, uzaktan seyredince, aslında insana hiç de yakışmayan haller olduğunun daha bir bilincine varıyoruz.
Birkaç gün önce sabah haberleri kuşak programlarından birinde küçük esnafla ilgili bir haber dikkatimi çekti. Küçük esnafın sorunlarının bizzat kendi ağızlarından dile getirildiği söyleşilere de yer verildi. Şaşırdım, kendimi iyi hissettim ve umutlandım. İnsanı hatırlatıyorlardı, insanı unutmamışlardı.
Ferhan Şensoy’un tiyatro ekibi Ortaoyuncular bir dönem, “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” adlı bir oyun sergiledi. Oyunda, o zamanlar yeni yeni türemeye başlayan süpermarketlere karşı bir mahalle bakkalının verdiği mücadele çerçevesinde, tekelleşme eleştiriliyordu. Malum, süpermarketler henüz yokken hepimiz mahalle bakkallarından, kasaplarından, manavlarından alışveriş yapıyorduk. Sonra süpermarketler bütün bu işkollarını içine alan reyonlarıyla hızla yayılınca, bu rekabete dayanamayan küçük esnaf teker teker kepenk indirerek yok olup gitti.
Toplumun altyapısındaki böyle bir dönüşümün üstyapısında da birtakım değişimlere, dönüşümlere yol açması elbette kaçınılmazdı. Yaşantımızda, kültürümüzde, toplumsal değerlerimizde de zamanla fark etmeye başladığımız birtakım değişimler, dönüşümler oldu. Kimimiz buna çağdaşlık dedik, kimimiz yozlaşma. Ama şimdi vardığımız noktayı o zamandan kestirebilmek, açıkçası benim açımdan imkânsızdı. Nereden bilebilirdim ki bu kadar AVM’nin (Alışveriş Merkezi) mantar gibi biterek ortalığı saracağını.
Aynı süpermarketler gibi AVM’ler de kendi kültürünü yarattı. Süpermarketler döneminde yoz moz ama insan bir ölçüde de olsa vardı. Şimdi esamesi okunmuyor. İnsan da ne ki?.. Her şey para, her şey mal mülk… O devasa binaların yanında yöresinde, içinde gölgesinde ezilen, küçülen, giderek yok olan insanı ve ona, sadece ona ait bir özellik olan duyguyu, ara ki bulasın.
Öyle bir sistem kurulmuş ki… insan insana bir iletişim, bir yudum insan sıcağı yok. Tek bir sözcük sarf etmeden alışverişinizi yapıp çıkabiliyorsunuz. Mesela bir mağazaya giriyorsunuz; rafların önünde, askıların arasında dolaşıp bir üründe karar kılıyorsunuz. Onu oradan alıp doğru kasaya yöneliyorsunuz; tıpkı bir robot gibi. Kasiyer aynı robotvari hareketlerle uzattığınız ürünü alıp barkodunu okutuyor. Siz paranızı ya da kredi kartınızı kullanarak, yine sözsüz, kimseyle yüz yüze, göz göze gelmeden ödemenizi yapıp çıkıyorsunuz.
Diyelim ki bir promosyon hizmeti var. Bu durumda promosyon görevlisiyle iki laf etmek zorundasınız. Ama sakın nazik ve alçakgönüllü olmayın. Böyle davranırsanız aşağılanmaya yakın bir muamele görürsünüz. Tepeden bakıp buyurgan olacaksınız ki karşınızdaki görevli sizi ciddiye alıp saygıyla sunsun hizmetini. O da ancak o zaman önemli ve değerli birine hizmet sunmanın kıvancını yaşayacak.
Tüketim ekonomisi ve kültürü öylesine sardı ki benliğimizi, AVM insanları, sadece mal-hizmet-para dönüşümü yapan robotlara dönüştüler. AVM’lere girdiğinizde başka bir hava kuşatıyor sizi. Etrafta en pahalı giysileriyle insanlara tepeden bakarak kibirli kibirli dolaşan, burnu büyük bir sürü kadın-erkek görüyorsunuz. Sadece küçük dağları değil, büyük dağları da onlar yaratmış gibiler. Paranın egemenliğini, anında hissediyorsunuz.
Üst katlardaki lokantaların, kafelerin dışında bodrum katlarda da yine en lüks, en marka kafeler yer alıyor. İşte bu kafelerde bir servet değerindeki giyim kuşamlarıyla, “eğitimli, kültürlü insanlar” karşılıklı oturmuşlar… bilmem ki neyin sohbetini yapıyorlar. Halbuki dışarısı günlük güneşlik… Bir deniz kıyısında… ya da ne bileyim bir parkta bahçede, açık havada oturup, doğanın gözü gönlü açan o güzelim manzarasını seyrederek muhabbet etmek varken… böylesine güçlü bir manyetik ortamda… karanlık denilebilecek kadar loş, suni bir ışığın altında; küçücük, fıskiyeli bir süs havuzunun kenarına kondurulmuş plastik bir palmiyenin yamacında, üstelik de dünyanın parasını ödeyerek sohbet etmek niye ki?.. Bulunulan ortam, insanın duygularını da düşüncelerini de çok etkiliyor bence. Neyse…
Yapay ilişkiler, gösteriş merakı, lüks tutkusu, insanlığı devre dışı bırakarak almış yürümüş. İnsan ilişkilerinin, toplumsal yapının neden bu kadar bozulduğunu anlayabilmek için işe buralardan başlamalı. Oysaki malımızdan mülkümüzden, şık giysilerimizden arındığımızda geriye ne kalıyorsa, işte biz oyuz; yani beynimizde ve yüreğimizde ne taşıyorsak o kadarız.