Yayınlanma Tarihi: 14 Kasım 2013 — okunma
Güzel giyinmeyi sever misiniz? Kılık kıyafete ne kadar önem verirsiniz? Bu sorulara cevabınız ne olursa olsun mutlaka yerine göre giyinmeye özen gösteriyorsunuzdur. Mesela bir düğüne, nişana veya benzeri bir yere spor bir giysiyle gitmek pek uygun düşmüyor. Kendimize ve çevremize saygımız bakımından bulunduğumuz ortama az çok yakışacak bir şeyler giymek gerekiyor. Bizim de gitmek zorunda olduğumuz bir düğün vardı. İnsanlar böyle günlerde lazım ya birbirlerine, gitmemek olmaz. Madem gideceğiz kendimize biraz çekidüzen verelim dedik. Ne ki bu iş Ünye’de biraz zor oluyor. Zamanımız dar ama gezebileceğimiz mağaza sayısı da hepi topu iki elin parmak sayısını bulmaz.
Ünye’yi bilenler biliyor zaten, ben bilmeyenler için söylüyorum: Ünye kesinlikle giyim-kuşam fakiri bir yer. Giyim eşyası çok kıt ve üstelik de çok pahalı. Dolaşırken şöyle bir göz gezdiriyorum vitrinlere, kapı önlerine konulmuş giysi askılarına… Koca koca puntolarla yazılmış etiketler, “Şok! Şok! Şok! Ne alırsan 10 TL” diye avaz avaz bağırıyor. Dönüp bir daha bakıyorum giysilere alıcı gözüyle… bunlar benim kentimde sadece 2-3 lira. Satın alınabilecek kıyafet bulmak mucize gibi burada. Yatırım yapmak isteyenlere duyurulur: Ünye’de ciddi bir tekstil açığı var!
Sınırlı sayıda olan mağazaları dolaştım. İstediğime yakın bir şey bulamadım. Geriye bir mağaza kaldı; çok katlı bir kadın giyim mağazası. Dördüncü kata kadar çıkabiliyorsunuz. Çok mu ahım şahım şeyler satıyor? Yok, asla değil. Tarzıma uygun mu? Kesinlikle hayır. Eee, o zaman? Başka çarem yok. Hani belki uygun bir giysiye tesadüf ederim. Ne de olsa bir sürü giysi var içeride.
Dört katı gezince sonunda bir tek model bluz bulabildim. O da tam istediğim gibi değil ama, eh işte idare eder. Fakat renklerine diyecek yok. Birbirinden güzel üç ayrı rengi var. Üçünden de 38 beden alıp kabinlere yöneldim. Üçünü de denedim, tam uydu. Renk seçimindeki zorluğumu müşterilerden ikisinin gönüllü yardımıyla yenip lacivertte karar kıldım. Satıcı kız, “Ben onu alayım, kasaya indireceğim. Bakmak istediğiniz başka bir şey var mı?” diyerek bluzu elimden aldı. “Lacivert eteğiniz ya da pantolonunuz varsa bakabilirim” dedim. Varmış ama üst kattaymış.
Üst kata çıktım. Etek baktım, yok. Pantolon baktım, yok. Elbise de olabilir, elbise bakayım, dedim. O da yok. Hepsi var da, benim giyebileceğim türden bir şey yok. Çaresiz aşağı indim. İnerken gözüm lacivertini aldığım bluzun mavi renkli olanına takıldı. Madem etek, pantolon bulamadım şu maviyi de alayım, dedim. Beden numarasına bakıp satış görevlisine uzatırken “38 değil mi?” dedim, bir de o kontrol etsin diye. “38 ama bu 42” dedi elindeki lacivert bluzu göstererek. Şaşkın şaşkın, “Nasıl 42? Benim bedenim 42 değil ki! Hem benim denediğim bluz 38’di” dedim. “38 değil, bakın 42. Siz 42’yi almışsınız.” “Bedenim 38’ken 42’yi niye alayım? Ben seçerken 42 de vardı ama ben 38 bedenleri aldım. Hem hepsini tek tek denedim, oldu. Çıkarıp size verdim. Siz elinizden bıraktınız mı?” “Hayır, bırakmadım.” “O zaman nasıl oldu bu?” Hani kendimden bu kadar emin olmasam kuşkuya düşmem işten bile değil. Eski Türk filmlerinde vardır ya iyi yürekli kimsesiz genç kıza kalan mirasa konmak isteyen zengin uyanıklar, kızı ve ilgilileri, kızın deli olduğuna inandırmaya çalışırlar; bizimki de o hesap. Burada hesap çok küçük ama mantık, aynı mantık. Muhtemelen, ben yukarıda başka şeyler bakarken satıcı kız bluzu, onu beğenen bir tanıdığına verdi. Büyük bedeni bana yutturmaya kalkıyor. Çok uyanık ya! Ve üstelik 38 beden başka renk bir bluz seçmesem 42 beden bluz aldığımdan haberim bile olmayacak. Ancak eve gidip deneyince fark edeceğim.
Ne bluzmuş ama! Bir yandan şaşkınlığım sürerken diğer yandan da olan biteni anlamak için kızı çözmeye uğraşıyorum: “Bluzu elinizden bırakmadığınızdan emin misiniz? Çünkü ben çok eminim 38 bedeni denediğime ve tam oldu zaten.” “Hayır, bırakmadım. Bunu da bir deneyin. Belki bunu giymişsinizdir” diyor. Hey Allahım! Bile bile girdim kabine ve bluzu denedim. Neden deniyorsam? Herhalde sonradan kafamda “acaba” sorusu oluşmasın diye. Deniyorum; tabii ki dört-beş parmak geniş. Sinirlenip çıkarıyorum. Ama sinirim bluzla ilgili değil. Ortada bir aptal durumu var, ona sinirleniyorum. Ama aptal kim? Cervantes, “İnsan yaptığıyla ölçülür” diyor. Bilmem artık.
“Başkasına mı verdiniz bluzu? Niye böyle bir şey yapıyorsunuz? Söyleseydiniz verirdim ben zaten” diyorum. Ama o bir şey söylemeden, elinde 42 beden bluz, askıların arasında dört dönüyor. Belki başka vardır diye 38 beden bluz arıyor. Bulamıyor. Depoya bakmak için aşağıya iniyor, orada da bulamıyor. Kasaya da bakıyor (galiba, verdiği bluz hâlâ orada mı diye), orada da yok. Kasadaki görevliye diyorum ki, “Bir bakar mısınız, şu bluzun 38 bedeni az önce satılmış mı?” Bakıyor. Göstermelik bir saygısı var. Saygıyla saygısızlık arasında bir çizgide duruyor. Her an çizginin öte yanına kayabilir. Öyle bir duruş sergiliyor. Yüzündeki ifadeye bakılırsa “Evet, satılmış” demesi gerek, ancak ağzından tam tersi sözler dökülüyor: “Hayır, satılmamış.” “En son ne zaman satılmış” diye soruyorum, “Dün satılmış” cevabını veriyor. “Nasıl dün satılmış? Her seride bir tane 38 beden bulunmuyor mu? Ben az önce denedim.” “Yanılıyorsunuzdur.” “Yanılmıyorum. Az önce denedim diyorum size.” “Ben yalan mı söylüyorum” diyor. “O halde ben yalan söylüyorum, öyle mi?” Susuyor. İkimizden biri yalan söylüyor.
Şeytan diyor ki uğraş şunlarla. Kameralar saniye saniye kayıtta. Ürün giriş-çıkışları da tarih ve saat olarak belli. Gerçek gün gibi çıksın ortaya. Şeytana uymuyorum. Çünkü harcayacağım zamana ve emeğe acıyorum. Ancak şunu da düşünmeden edemiyorum: A benim uyanık geçinenlerim! Hadi müşteriye saygınız yok, anladık; öyle bir kaygı gütmüyorsunuz besbelli. Ya kendinize, yaptığınız işe de mi hiç saygınız yok?
Siz siz olun zamanınız azsa alışveriş yapmayın ya da bildiğiniz, tanıdığınız bir yerden alışveriş yapın. Yoksa hiç gözünüzün yaşına bakmaz, işte böyle bir hiç uğruna ruh sağlığınızla oynayıverirler. Benden söylemesi. Alınacak çooook yolumuz var daha!