son haberler

‘Bir Özge varmış, bir Özge yokmuş!’ (1)

Yayınlanma Tarihi: 19 Şubat 2015 okunma

Semra YİĞİT smryigit@gmail.com

O, acıların en büyüğü… evlat acısı, yüzünde donup kalmış Mehmet Aslan’ın. Özgecan’ın eli öpülesi babası, güçlükle konuşuyor ve sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Hep masallarla büyümüşüzdür. Hep şöyle söyleniyor. Bir varmış, bir yokmuş… Ben de şöyle diyorum: Bir Özge varmış, bir Özge yokmuş.” Ve kederli gözleri o anda dalıp gidiyor kapkara derinliklere. Bundan sonra nasıl yaşayacak bu baba? Bu katlanılmaz acıyı nasıl taşıyacak? Nereden güç bulacak?.. Belki diğer çocuklarından… Özgecan’ın annesi de öyle. Ya kardeşleri ne yapacak?..

Nasıl da zor büyür bir çocuk. Onu ancak yetiştiren bilebilir. Layıkıyla yetiştireyim derseniz, dünyanın en zor işidir çocuk büyütmek. Hayatımızda bir karşılığı yoksa eğer bazı kavramların, hayatımızda bir yerlere oturtamıyorsak onları, her zaman gerektiği gibi algılayamaz, gerektiği gibi kavrayamayız. “Ateş düştüğü yeri yakar” deriz mesela. Bizler… daha düne kadar Özgecan’dan haberi dahi olmayan bizler, bugün bu kadar güçlü bir isyanla ayağa kalktığımız halde gerçekte ne kadar anlayabiliriz ki Özgecan’ın ailesinin acısını? Özgecan’dan her konuşmaya yeltendiğimizde gözlerimiz dolu dolu olsa da, ağzımızı her açışımızda koskoca bir düğüm gelip boğazımıza otursa da bir süre sonra hepimiz kendi yaşamlarımıza dönüp hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Oysa onlarınki hiçbir zaman gerçek, hiçbir zaman tam bir yaşam olmayacak. Onlar çocuklarıyla birlikte öldüler. Sadece nefes alıp vermek olacak onlarınki. Ateş düştüğü yeri yakıyor çünkü.

Hiç tartışmasız erkek hoyratlığı, nobranlığı, bu vahşi zulüm, tahammül sınırlarını çoktan aştı. Halil İbrahim geliyor aklıma, dördüncü sınıf öğrencisi Halil İbrahim. Mart 2014’te Kırklareli’de, okula gitmek üzere evden ayrılmış, üç gün sonra, elleri ayakları ayakkabı bağıyla bağlanmış, tecavüz edilmiş ve boğularak öldürülmüş halde bulunmuştu. Nisan 2014’te Kars’ta, tanıdığı birisi tarafından arabaya bindirilen, şehrin metruk bir yerinde işkenceyle tecavüz edildikten sonra o da boğularak öldürülen 9 yaşındaki Mert’i andım ardından. Ya altı yaşındaki Gizem, onu hatırlıyor musunuz? Hani yine Nisan 2014’te Adana’da, 25 yaşındaki akrabası tarafından parkta oynarken pikniğe götürüleceği vaadiyle kandırılmış, tecavüze uğramış, bıçaklanmış, daha ölmemiş olduğu halde canlı canlı yakılmış olan Gizem’i? Ve şimdi de yine hunharca katledilen Özgecan. Bu çocukların hepsi birbirinden masum, birbirinden güzeldi. Saymakla bitmiyor. Dilerim bu gerçekten son olsun.

Bu saydığımız olayların ve benzerlerinin hiçbiri sıradan birer cinayet vakası olarak görülemez. Bu tarifi imkânsız vahşetleri yapanlar ruh hastası olarak da nitelendirilemezler. Çünkü hastalık iyileştirilebilir bir şeydir. Oysa burada başka bir şey var… ki o da yapısal bir bozukluğa işaret ediyor. Yoksa bu vahşetler başka türlü nasıl açıklanabilir? Doğrusu ben, insan diyemeyeceğim bu mahlukların tedavi ya da ıslah edilebileceklerine hiç inanmıyorum.

Biliyorsunuz şimdi gündemde bu canilere verilecek cezaların tartışılması var. Herkes en ağır cezanın verilmesi konusunda hemfikir. Ama en ağır ceza ne? Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimilerine göre hadım edilmeleri gerekir, kimilerine göreyse idam… Bir kısım görüş sahibi ise çocukların cani olarak doğmadıklarını, onları toplumun bu hale getirdiğini hatırlatıyor. Doğru tabii. Elbette bu caniler bir gecede ortaya çıkmadılar. Onları bu toplum yarattı. Peki bu toplumu kimler bu hale getirdi?.. Bir de ona bakalım isterseniz.
Bu ülkede bir zamanlar güzel düşler gören çocuklar vardı. Barıştan, kardeşlikten, sevgiden, eşitlikten, haktan, hukuktan, adaletten söz ediyorlardı. Birileri çok korktular onlardan. Bir kara fırtına kopardılar. Korkuları ölçüsünde büyüktü saldırıları. Her şey dört bir yana savruldu. Gözlerini açtıklarında bu çocuklar, o çok sevdikleri ülkelerinin enkazı altında buldular kendilerini. Kimilerinin hayatları, kimilerinin hayalleri yok olmuştu. Geriye kalanlardan çoğu bir daha hiç kendisine gelemedi; yitip gitti o toz duman içinde. Ayağa kalkabilenler uzun süre yaralarını sarmaya uğraştılar. Sonra bir de baktılar ki yıkıntı bundan ibaret değilmiş. Bildikleri, uğruna baş koydukları ne kadar değer varsa yerle bir edilmiş. İşte asıl yıkımı o zaman yaşadılar. Her şey 12 Eylül dehşetiyle başladı yani. Bugünkü Türkiye’nin temelleri o zaman atıldı.

Devam edecek…

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Her Şey Tatsız Tuzsuz

5 Mart 2020 okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve... Devamını Oku

Yol, Yolculuk, Bir Avuç İnsan ve Einstein

30 Kasım 2018 okunma
“Alıp başımı gitmek. Atsız arabasız/ Alıp başımı düşlerin çıkmazından/ Karışmak taşa toprağa. Yolculuk…” (Rıfat Ilgaz) Oldum olası severim yolculukları; en çok da otobüs yolculuklarını… Hızla geriye akan manzarayı seyrederken düşüncelere... Devamını Oku

Hüzün, Melankoli ve Şiir

12 Aralık 2017 okunma
Son zamanlarda bir garip hüzün dalgası arada bir yoklayıp duruyor beni. Bu da neyin nesi? Nereden çıktı şimdi bu hüzün? Tüm olumsuzluklara rağmen kendimi bile hayrete düşürecek kadar umut dolu değil miyim ben?.. Françoise Sagan’ın bir çırpıda okunuveren o... Devamını Oku

Bir Şenay Varmış… Meğer Hayalmiş

10 Mayıs 2017 okunma
“Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim.” (Halide Edip Adıvar) Benim dünyalar güzeli melek kardeşim, senin hakkında yazacağım nereden gelsin aklıma. İnsan bu kadar iyi, bu kadar güzel, bu kadar hayat dolu olur da, hiç bu kadar yakın durur mu... Devamını Oku

Özlem

1 Aralık 2016 okunma
En yakıcı duygulardan biridir özlem. Kimi için sıla, kimi için sevgili; kimine göre çocuk, kimine göre ana-baba-kardeştir. Şarkılar onu söyler, şiirler onu haykırır. Özlemi yazar öyküler, tablolar onu resmeder. Özlem değer vermektir, sevmektir özünde.... Devamını Oku

Hayatın İçinden

15 Nisan 2016 okunma
Mevsimler her ne kadar eskisi gibi olmasa da yine de geliyor bahar, yine de geliyor yaz. Doğa yeniden canlanıyor ve kuşlar bir başka ötüyor bu mevsimlerde. Fındık bahçelerinde dolanırken “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü hatırlarım hep. Fındık... Devamını Oku

Sahi, Öğretmenlere Ne Oldu Böyle?..

3 Mart 2016 okunma
Belediye hoparlörünün tiz, gıcırtılı sesi ortalığı kaplıyor. Kadın görevli, bir konferansın anonsunu yapıyor: “Ahir Zamanda Kadın konulu konferans bugün…” Doğru mu duydum acaba? Ahir zamanda mı dedi? Neyse ki anons ikinci kez tekrarlanıyor. Pür... Devamını Oku

Arkadaşımın Mektubuna Cevap (3)

10 Şubat 2016 okunma
10 Şubat 2016 Canım Arkadaşım, Biliyorum, cevabım epeyce gecikti. Fırsat bulup yazamadım bir türlü. Kusura bakma n’olur. Yazın ortalarına doğru almışım son mektubunu. Okullar tatildeyken yani. Kıskançlık konusunda kalmışız. Düşüncelerine katılıyorum... Devamını Oku

Biri Bana Bunları Açıklayabilir mi?..

7 Ocak 2016 okunma
Karın bembeyaz aydınlığı salonun her tarafına yayılıyor. En kuytu köşeler bile ışık içinde. Yumuşacık, lapa lapa yağan karı seyrediyorum camdan. Uzun zamandır bu kadar yoğun bir kar yağışı görmemiştim. Kalınlığı en az elli santimetreyi buldu.... Devamını Oku

Arkadaşımdan Mektup Var (3)

9 Temmuz 2015 okunma
Sevgili Semra, Her şey yolunda mı, iyi miyim, kötü müyüm, inan ki ben de bilmiyorum. Hayatım birden bire değişti. Şahin yurtdışına gidiyor… gitmek zorunda. Aniden ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayamadım henüz. Duygularım bir o yana bir bu yana gidip... Devamını Oku