son haberler

‘Bir Özge varmış, bir Özge yokmuş!’ (2)

Yayınlanma Tarihi: 26 Şubat 2015 okunma

Semra YİĞİT smryigit@gmail.com

12 Eylül 1980 faşist darbesi bu ülkenin başına getirilmiş en büyük felakettir ve bugünkü hastalıklı toplumsal yapının ana kaynağıdır. Darbenin sivil uzantısı olarak görevi devralmış olan Turgut Özal döneminde ise toplumda insani ve sosyal ne kadar değer varsa aşağılanmış, büyük bir hızla erozyona uğratılmış, para kazanmak ve bunun için her türlü yolu mubah görmek neredeyse tek değer haline getirilmiştir. Yani 12 Eylül’le tohumları atılmış olan bu çürüyüp kokuşma süreci, Özal yönetiminde büyük bir ivme kazanmış ve nihayet 12 yıllık AKP iktidarıyla da zirveye ulaşmıştır. Bugünkü iktidarın toplumda kök salmasında ülkenin hatırı sayılır birtakım entelektüellerinin de büyük katkısı olmuştur ve bence işin en acıklı tarafı da budur. Bu entelektüeller ne yazık ki, dini hayatın tüm alanlarına egemen kılma hedefi apaçık ortada olan bir partiden demokrasi beklemek gafletine düşmüşlerdir. Oysa nerede görülmüştür ki din ile demokrasinin birbiriyle bağdaştığı?

Ve televizyonlar… Sadece daha çok, daha çok para kazanmaya odaklanmış televizyonlar, şiddet, cinayet, seks içerikli abuk sabuk dizileriyle bugünkü toplumu oluşturan en önemli unsurlardandır. İstemeyen seyretmez, diyemezsiniz. Çünkü bu halk o kadar ayrımı yapabilecek kapasitede olsa zaten, böyle dizileri kimse çekmez, çekse dahi seyrettirecek adam bulamaz. Bilmiyor musunuz ki bu ülkede, televizyondan başka eğlencesi olmayan insanlar, filmleri bile ‘gerçek’ten ayırt edemiyor, ölen film kahramanlarının ardından ölüm ilanları veriyorlar. Ayrıca reklam filmlerinin etkisi de yadsınamaz bu toplumsal oluşumda. Hakikaten merak ediyorum; mesela ekranda, yediği önünde yemediği ardında, nazlandırılarak büyütülmüş varlıklı, mutlu, sağlıklı çocukların ballandıra ballandıra yedikleri çikolatalı yiyecekleri görüp de alamayacak durumda olan çocuklar, onların biçare ana-babaları bu filmler hazırlanırken hiç akla geliyorlar mı? Aynı şey oyuncaklar ve giyecekler bakımından da söylenebilir. Hatta bu durumlar sadece çocuklar için bile değil, yetişkinler için de söz konusudur. Topluma 24 saat enjekte edilen bu görüntülerin yoksul, eğitimsiz insanlar üzerinde; zor koşullarda yaşayan çocukların iç dünyalarında, ruhsal yapılarında nasıl bir etki yaratacağı konusu acaba kaç kişiyi ilgilendiriyor?

Televizyonların işlevi bu kadarla da kalsa iyi; bir de “dini” programlar var. Devlet televizyonu ya da özel televizyon hiç fark etmiyor. Zaten devlet televizyonu diye de bir şey kalmadı ya ortada; o kanalların da tümü çoktan beri iktidar partisinin propaganda aracı haline dönüştürülmüş durumda. TRT’nin müzik kanalı bile dinselleştirildiğine göre gerisini varın siz hesap edin. Şimdi bu televizyonların hepsinde, birbirleriyle yarışırcasına, din adamı kisvesi altında bir garip “insanlar” konuşuyorlar. Nasıl adlandıracağımı bilemediğim bu “din uzmanları”, gün güneş görmemiş, akla hayale sığmayacak, ağza alınamayacak saçma sapan laflar ediyorlar; sanrılı bir kafanın sayıklamaları gibi… Üstelik çoluk çocuğun ekran karşısında olmalarının çok muhtemel olduğu saatlerde… Sanki birileri, bu ülkede sağlıklı bir ruh bırakmamaya ant içmişler, bunları özel bir çabayla hazırlayarak topluma sunmuşlar. Şu söylenenlere bir bakın: “Ne diyor İslam, annen de olsa diz kapağının altından göbeğine kadar ve sırtına bakamazsın. Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder.” Gerçekten böyle mi diyor İslam? Bu “adam” annesine nasıl bir gözle bakıyor? İnsan annesinden nasıl tahrik olabilir? Bu nasıl bir sapkınlık, nasıl bir sapıklıktır? Böyle bir bakış açısına herkesten önce gerçek dindarların müdahale etmeleri gerekir. Topluma din diye sunulan şey kesinlikle bu olmamalıdır. Bir diğeri, “6 yaşındaki çocukla evlenebilirsiniz” diyor insanı dehşet içinde bırakarak. Bu ifade de gerçekte başka tür bir sapıklığın ikrarı değil midir? Yine bunlardan biri, “banyoda çıplak yıkanılıp yıkanılmayacağına(!)” dair soruyu, “yıkanılamayacağı” anlamına gelen birtakım açıklamalarla cevaplandırdıktan sonra, sorulabileceği varsayımından hareketle “eşlerin nasıl birlikte olmaları gerektiğine dair” bilgiler veriyor aklınca. Bu “adamlar” kendi ailelerinden de mi utanmazlar? Nasıl bu kadar fütursuzca konuşabiliyorlar? Yani sonuç olarak denilebilir ki dört bir koldan oluşturulan bu hastalıklı toplumsal yapı nedeniyledir yaşadığımız bunca vahşet, bunca acı. Başka ne tür insan çıkması beklenir ki bu sosyal yapıdan; çok sayıda bilim, kültür insanı mı?

Herkes hayatta büyük idealler peşinde koşmuyor. Çoğu insanın küçücük bir dünyası var; zar zor geçinilen, çocuklarını onurlarıyla yetiştirebilmek için bin bir güçlüğe katlanılan… İşte bu imkânsızlıklar içinde büyütülüp okutulan çocuklardan biri gün geliyor, vahşi bir cani tarafından öldürülmelerin en acımasızıyla hayattan koparılıp alınıyor. Özgecan’ın ve diğer masumların katillerine verilecek cezaların ne olması gerektiğini sorgularken, böylesi korkunç bir vahşetle katledilen çocuğun kendi çocuğunuz olduğunu düşünün. Çünkü bu duygunun yanında bütün kuramlar devre dışıdır.

Bitti.

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Her Şey Tatsız Tuzsuz

5 Mart 2020 okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve... Devamını Oku

Yol, Yolculuk, Bir Avuç İnsan ve Einstein

30 Kasım 2018 okunma
“Alıp başımı gitmek. Atsız arabasız/ Alıp başımı düşlerin çıkmazından/ Karışmak taşa toprağa. Yolculuk…” (Rıfat Ilgaz) Oldum olası severim yolculukları; en çok da otobüs yolculuklarını… Hızla geriye akan manzarayı seyrederken düşüncelere... Devamını Oku

Hüzün, Melankoli ve Şiir

12 Aralık 2017 okunma
Son zamanlarda bir garip hüzün dalgası arada bir yoklayıp duruyor beni. Bu da neyin nesi? Nereden çıktı şimdi bu hüzün? Tüm olumsuzluklara rağmen kendimi bile hayrete düşürecek kadar umut dolu değil miyim ben?.. Françoise Sagan’ın bir çırpıda okunuveren o... Devamını Oku

Bir Şenay Varmış… Meğer Hayalmiş

10 Mayıs 2017 okunma
“Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim.” (Halide Edip Adıvar) Benim dünyalar güzeli melek kardeşim, senin hakkında yazacağım nereden gelsin aklıma. İnsan bu kadar iyi, bu kadar güzel, bu kadar hayat dolu olur da, hiç bu kadar yakın durur mu... Devamını Oku

Özlem

1 Aralık 2016 okunma
En yakıcı duygulardan biridir özlem. Kimi için sıla, kimi için sevgili; kimine göre çocuk, kimine göre ana-baba-kardeştir. Şarkılar onu söyler, şiirler onu haykırır. Özlemi yazar öyküler, tablolar onu resmeder. Özlem değer vermektir, sevmektir özünde.... Devamını Oku

Hayatın İçinden

15 Nisan 2016 okunma
Mevsimler her ne kadar eskisi gibi olmasa da yine de geliyor bahar, yine de geliyor yaz. Doğa yeniden canlanıyor ve kuşlar bir başka ötüyor bu mevsimlerde. Fındık bahçelerinde dolanırken “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü hatırlarım hep. Fındık... Devamını Oku

Sahi, Öğretmenlere Ne Oldu Böyle?..

3 Mart 2016 okunma
Belediye hoparlörünün tiz, gıcırtılı sesi ortalığı kaplıyor. Kadın görevli, bir konferansın anonsunu yapıyor: “Ahir Zamanda Kadın konulu konferans bugün…” Doğru mu duydum acaba? Ahir zamanda mı dedi? Neyse ki anons ikinci kez tekrarlanıyor. Pür... Devamını Oku

Arkadaşımın Mektubuna Cevap (3)

10 Şubat 2016 okunma
10 Şubat 2016 Canım Arkadaşım, Biliyorum, cevabım epeyce gecikti. Fırsat bulup yazamadım bir türlü. Kusura bakma n’olur. Yazın ortalarına doğru almışım son mektubunu. Okullar tatildeyken yani. Kıskançlık konusunda kalmışız. Düşüncelerine katılıyorum... Devamını Oku

Biri Bana Bunları Açıklayabilir mi?..

7 Ocak 2016 okunma
Karın bembeyaz aydınlığı salonun her tarafına yayılıyor. En kuytu köşeler bile ışık içinde. Yumuşacık, lapa lapa yağan karı seyrediyorum camdan. Uzun zamandır bu kadar yoğun bir kar yağışı görmemiştim. Kalınlığı en az elli santimetreyi buldu.... Devamını Oku

Arkadaşımdan Mektup Var (3)

9 Temmuz 2015 okunma
Sevgili Semra, Her şey yolunda mı, iyi miyim, kötü müyüm, inan ki ben de bilmiyorum. Hayatım birden bire değişti. Şahin yurtdışına gidiyor… gitmek zorunda. Aniden ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayamadım henüz. Duygularım bir o yana bir bu yana gidip... Devamını Oku