Yayınlanma Tarihi: 12 Mart 2015 — okunma
Asansörün kapısında bekliyorum. Yalnızım. Kimsecikler yok ortada. Beşinci kata çıkacağım. O gün birkaç yere ödeme yapmam gerek. İlk durağım bu iş hanı. Asansör de gelmek bilmiyor bir türlü. Yukarıda zaman kaybetmemek amacıyla, ödeyeceğim miktarı bankadan aldığım paranın içinden ayırıp kalanını çantama yerleştiriyorum. Ayırdığım para henüz elimdeyken bir adam yaklaşıyor yanıma ve o da asansör beklemeye başlıyor. Elimdeki parayı cebime koyuyorum. Sonra bir an dönüp merdivenlere bakıyorum. Çünkü tanımadığım biriyle asansöre binmekten artık çekiniyorum. Ama beşinci kata yürüyerek çıkmak da gözümde büyüyor. Ayrıca zaman kaybı olacak bu. Vazgeçiyorum.
Özgecan’ın vahşice katledilişinin üzerinden daha bir hafta bile geçmemişti. Herkes gibi ben de tedirgindim. İşte, asansöre tanımadığım bir adamla binmek gibi çok sıradan bir hareket dahi korkulacak bir şey halini almıştı. Peki şimdi ne yapmalıyım? Binmesem, “Buyurun, önce siz çıkın” desem… ilk gelen benim, bu epey tuhaf olacak. Böyle bir “yetenek”ten yoksun olduğumdan mıdır nedir, bir seçenek olarak yalan söylemek de aklımın köşesinden bile geçmiyor. Oysa durumu kurtarmak üzere pekâlâ, “Birisini bekliyorum, siz çıkın lütfen” diyebilirmişim.
O kısacık zaman diliminde kafamdan geçen bunca şeyden sonra asansöre biniyorum. Kapı neredeyse yarı yarıya kapanmışken dönüp tutuyorum. Bu tabii ki bekleyene, “Buyurun, siz de gelin” demek. Böyle davranıyorum çünkü adam, binmeye yeltenmeyip beklemeyi seçerek güvenimi kazanıyor. Ve böylece bana da insanlığa ve nezakete, bir şans daha verme fırsatı tanıyor. Fakat belli ki bu onun hiç beklemediği bir tavır. Bir anlık tereddüdün ardından adım atıyor ve kaçıncı kata çıkacağımı sorarak düğmeye basıyor. Ne yalan söyleyeyim, yine de huzursuzum. “Acaba binmese miydim” ile “Bu bir bakıma ikimiz için de küçücük bir insanlık sınavı” düşünceleri arasında gidip geliyorum beşinci kata çıkana kadar. Nihayet beşinci kat. İnerken iyi günler diliyorum ve karşı taraftan da aynı temenniyi alıyorum. Sınavı geçiyoruz. İnsan insana bir iletişim kurmayı başararak insanlık hanesine bir artı puan daha yazdırıyoruz. Hey Allahım, ne günlere kaldık!
Kadın olmak bütün dünyada zor elbette, ancak benim ülkem kadınların en zor yaşadığı sayılı ülkeler arasında. Dünya Emekçi Kadınlar Günü olan 8 Mart, sanırım yalnız bizim ülkemizde “Kadın Cinayetlerini Durdurma Günü”ne dönüştü. Tüm dünya, emekçi kadınların sorunlarını tartışıp çözüm yolları ararken biz, “Kadınları nasıl hayatta tutabiliriz”i konuşuyoruz. Bu, utanç verici olmanın ötesinde son derece dehşet verici bir durum. Kadına yaşam hakkı tanınmaması, kadının katledilmesi aslında bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur. Kadına yönelik bu vahşet, özünde insanlığın köküne kibrit suyu dökmekle birdir. Çünkü hayatı kuran, yürüten, sürdüren kadındır. Hemen hemen her şeyi yapan, üreten, oluşturan, barıştıran, dünyayı emeğiyle ayakta tutan kadındır. Erkeği doğuran da kadındır. Kadın yoksa hayat da yoktur. Kısacası kadın, gerçekte erkekle eşit falan değil düpedüz erkekten çok daha fazladır. Durum buyken bilmem erkeğin bu denli böbürlenmesi nedendir?
Kanımca kadın cinayetlerinin temelinde, erkeğin kendine yetemezliği, kadına olan muhtaçlığı, hayatını tek başına sürdürebilme becerisinden yoksun oluşu gibi unsurlar yatmakta. Öyle anlaşılıyor ki bu tip erkeklerin neredeyse tamamı, kadının terk etme eylemini kendi varoluşuna yönelik bir saldırı şeklinde algılıyor. Her kadın cinayeti erkeğin, “Benim hayatım bitiyorsa o da yaşamamalı” demesidir bir bakıma. Bunca şiddetli saldırı, terk edilen erkeğin kendisini yok olmaya yakın hissetmesiyle düştüğü çaresizliğin boyutunu da gözler önüne seriyor aslında.
Yürüyüşler, protestolar kadın cinayetlerine dikkat çekmek bakımından kuşkusuz oldukça önemli. Fakat ben gene de sorunun kaynağı olarak gördüğüm hastalıklı, iyiden iyiye bozulmuş toplumsal yapıya dikkat çekmek istiyorum. Bu yapı iyileştirilmeden hiçbir yasa ve kurum, tecavüzlerin de cinayetlerin de önünü alamaz. O en bilinen ifadeyle söylersek önce bataklığı kurutmak gerek. Bunun için de herkesin, ama herkesin tek tek bireyler olarak yapabileceği çok şey olduğuna inanıyorum. Ve yine öyle inanıyorum ki bu çaba kitlesel protestolardan daha etkin ve kalıcı sonuçlar doğuracaktır. Bence bireysel çabalar asla küçümsenmemeli. Unutmayalım ki toplumu bireyler oluşturuyor.