Yayınlanma Tarihi: 8 Ağustos 2015 — okunma
Kendi bileğinde kanın sınanmasıdır atom. Parkların kırmızı sevecenliğinde, sokak aralarının mavi dalgalarında, pencerede biriken beyaz bulutlarının masal dağlarında, geceye yayılmış hikâyelerde, şafağın ilk ışıklarında haykıran güvercinlerin seslerinde yoktu şiir. İmgeler ve görüntüler uyuşturucu nesnelerdi. Dili çürüdü, yüreği parçalandı, gözleri eridi toprağın. Kendi bileğinde kanın sınanmasıdır tarih…
Kül. Çocukları bekleyen kalem ve şekerler. Kendini intihara yollayan kör baykuş. Bedeninden akan ziftleri gözlerine yapıştıran acı. Upuzun soru işaretleri gebe bir kadının yanmasında noktalanan. Öznesi eksik cümlelerin yüklemle varoluş sorunu. Yüklemi olmayan cümlelerin tenha kuyulara saldığı hüzün. Ve bir bardak süt annenin memesinde kaybettiği. Okulda kalan çanta. Resim defterindeki sıkıntılı gülüşleri çiçeklerin. Kendi madeninde kömürün ısınmasıdır tarih…
Radyoaktif bir yalandı tanrıların insanlara biçtiği kefen. Suyun infilakıydı gözleri oyan akrep. Müzik başladı, üzülmemeli, melekler erkek ölür ve musallaya iner kurşunların terkisinden Azrail. Yangın. Havanın suçu yok, Ateşin ezberi daha verilmedi kutsal kitaptan. Yangın. Islık sesinin inceliğinde hikâyeler okurken sözcükten sınıfta kalıyoruz hepimiz. Kendi dilinde insanlığın sınanmasıdır tarih…
Başını birbirini yiten kırlangıçlara baktı kader. Yapraklarını kopartan ağaçların derin uğultusunda kelebeklerdi kökleri götüren. Bahçe kendi tohumlarını bağladı zincire önce. Dalda meyve çekirdeğini ezdi en uzun bahara inat. Gölgesini çaldı ağaç çiftçinin terli boynundan. Atom çekirdekleri çitletiyordu uzakta siyah-beyaz perdenin karşısında özgür bir fil. Karıncayı ezdiğini ayakları kırıldığında anladı. Buharlaştı Havva’nın göğsünde mahrem İsa siluetleri. Kendi etinde bıçağın sınanmasıdır tarih…
Ayakların denize doğru yürür çaldığın aşkların bakiyesinde vurduğunda zaman. Yangın. Varoşların sütü karardı ekşimiş coğrafya soğutmuyor dinlerimizi. Dalgalara direnmesi denizin. Rüzgara direnmesi yırtık çarşafların piyano seslerinde. Unuttu bacaklarını, hangi oyundan düşmüşse kümeye sığınaktaki koyu caz sesi. Beraber söylüyor iğdiş edilmiş bir heyecanda “kuzuların sessizliği” kendi rahminde hayatın düşmesidir tarih…
“Vicdan, ses çıkartmadan çalışan bir makinedir.” paranın sesini dinler uygarlık tarihinde kulakları delik kara ortaçağ. Çarklara sıkışan Charlie Chaplin adamıştır kendini metal sakinleştiricilerin modern kokusuna. Süzülür bütün fragmanlardan elleriyle diktiği bez bebekleri annelerin. Vicdan ses çıkartarak çalışan bir doğum iniltisidir. Suyun akmasıyla başlar hayat, dudağın kuruluğunda Adem’in dolgun öpücüğüdür. Kendi aşkında ölümün sınanmasıdır tarih…
Büyümez ölü çocuklar… Yaşayanlar gördü. Önce kuşlar. Kendi toprağında özgürlüğün sınanmasıdır tarih…