Yayınlanma Tarihi: 20 Kasım 2014 — okunma
Birçok siyasal bilimcinin yanı sıra çoğumuz da demokrasinin erdeminden söz edip en iyi yönetim biçimi olduğundan dem vuruyoruz sıkça . Tabii ki halkın kendi kendini yönetmesidir en iyi olan, diyoruz. Ama gerçekten de halk kendi kendini yönetebiliyor mu?..
Demokratik yollarla halkın içinden, halka güzel şeyler vaat ederek iktidara gelenlerin, iktidarları süresince geçirdikleri evrime bakınca insan kendisini demokrasiyi sorgularken buluyor. Çoğunluğu sağlayarak iktidarı eline geçirenler, sanki hep yönetimde kalacaklarmış gibi tüm bir devlet yapısını kendilerine göre düzenliyor, en küçük bir demokratik hakkın kullanılmasına bile tahammül edemiyor, asla eleştiri kabul etmiyor ve hatta eleştirenleri savaşılması gereken düşmanlar olarak görüyor ve toplumun diğer kesimlerini yok sayıyorlarsa bu demokraside aksayan bir taraf yok mudur sizce de? Bir cumhurbaşkanlığı makamı, ülkedeki partilerden birinin adını taşıyabilir mi?
Sürekli iktidar diye bir şeyin söz konusu olmadığı, insanlık tarihi boyunca defalarca kanıtlanmıştır. Jean-Jacques Rousseau, “En kuvvetli kişi bile, daima başta kalabilmeye asla yeteri kadar güçlü değildir. Ne var ki bunu sağlamak için kuvveti hakka, itaati ise görev haline çevirmeye uğraşır” derken sanki bizi gözetliyor yüzyıllar ötesinden. 1712-1778 yılları arasında yaşamış olan Rousseau’nun o gün söylediklerini bugün yaşamıyor muyuz?
Kafa karışıklığımı gidermek amacıyla çeşitli bilim insanlarının, filozofların, düşünürlerin satırları arasında merakla dolaşıyorum. Mesela Shaw diyor ki: “Demokrasi, düzenbaz bir azınlık tarafından atanma yerine, yetersiz bir çoğunluk tarafından seçilmeyi getirir.” / “Demokrasinin bizi yok etmesini istemiyorsak, her ne pahasına olursa olsun, seçime girmelerini onaylamadan önce adayların niteliklerini ölçecek güvenilir bir yöntem bulmak zorundayız.” / “İyi bir yönetici seçme bilmecesi çözümlenmedi henüz; uygarlığın bir bilmecesidir bu…”
Demokrat Parti’nin demokrasi adına iktidara yürüdüğü günlerde Celâl Bayar, seçimden bir gün sonra, halkla bir bütün olduklarını sergilemek amacıyla makam aracına binmeyip Kızılay’dan Ulus Meydanı’na kadar halkla birlikte yürüyor. Ya sonra? Sonrasını da tarih yazıyor zaten. Bütün iktidar sahipleri ne yapıyorlarsa onlar da onu yapıyorlar.
Yine Bernard Shaw’a dönersek: “Demokrasi herkesin yararına çalışan bir yönetim demektir. Herkesin katılabileceği bir yönetim demek değildir kesinlikle…” / “ ‘Halklar kendi yasalarını neden kendileri yapmasınlar?’ derseniz, ben de, ‘Kendi oyunlarını neden kendileri yazmasınlar?’ derim. Yapamazlar…” diyor Shaw.
Shaw’un şu sözlerine baktığımızda ise politikacılar hakkında hiç de iyi şeyler düşünmediği kanısına varabiliriz: “Bir zamanlar krallara dalkavukluk yapmayı öğrenmek zorunda olan politikacılar, şimdi de seçmenleri büyülemeyi, eğlendirmeyi, kandırmayı, aldatmayı, korkutmayı ya da onlara şirin görünmeyi öğrenmek zorundadırlar.” / “Hiçbir şey bilmez, yine de her şeyi bildiğini sanır. Böyle biri neden başarılı bir politikacı olmasın?”
İnsana dair son sözü yine Shaw söylesin: “Kutsanmış kişilerdir, bilmeyenler ve düşünmeyenler: Onlar için yaşam, arada bir karşılaşılan tatsız olaylara katlanılması gereken hoş bir gezi gibidir. En iyi devlet yöneticileri bunlar arasından çıkar bazen…”