Yayınlanma Tarihi: 19 Aralık 2013 — okunma
Dershanelerin Türkiye’de tartışma konusu olmasının başlangıcı, dershanelerin yaygınlaşmaya başladığı 1970’li yıllara kadar gidiyor. Ülkemizde dershanelerden yana olanlarla dershanelere karşı olanlar hep var olmuştur. Ama bu defaki tartışmanın niteliği öncekilerden farklı. Dershaneler sanırım ilk kez bir iktidar partisiyle bir cemaat arasındaki güç savaşının alanı haline geldi. Gülen Cemaati ile AKP, dershaneler üzerinden sürdürüyorlar çatışmalarını. AKP’nin iktidara gelişinde Gülen Cemaati’nin payı yadsınamaz. Cemaat de doğal olarak bunun karşılığını almak istiyor kanımca.
Dershaneler konusuyla birlikte daha bir görünür hale gelen AKP-Cemaat anlaşmazlığı kısa bir süre sonra yatışır, orta yol bulunur, uzlaşılır zannediyordum. En azından benim bulunduğum noktadan öyle görünüyordu. Oysa yanılmışım. Bu iki güç arasındaki gerginlik giderek sertleşti ve iki tarafın da geri adım atmak istemediği bir noktaya geldi. Cemaatin bu konuda böylesine şiddetli bir tepki vermesinden de anlıyoruz ki dershaneler Cemaat için çok büyük bir öneme sahip. Bu konuda taviz vermek istemiyor. Öyle görünüyor ki bu çatışmanın nedenleri daha da derinlerde yatıyor.
Ben, bu güçler arasındaki dengeleri bilemem. Ancak toplumun bir ferdi olarak baktığımda, dershaneler konusunun, biri siyasi diğeri sosyal iki güç arasındaki bir mesele olmaktan çıkarılması, nesnel bir bakışla irdelenmesi ve rasyonel değerlendirmelerle bir çözüme ulaştırılması gerektiği kanısındayım. Çünkü dershaneler eğitim sistemimizde ciddi bir yer edinmiş sosyal bir olgudur ve eğitim sistemimizdeki bir ihtiyaçtan doğmuştur. Her şeyden önce, yarıştıran bir eğitim sistemimizin olması ve ayrıca okullarımızın, sınavlarda uygulanan tekniklere uygun eğitim vermiyor olması dershaneler olgusunu yaratan etkenlerin başında geliyor. İşte dershaneler, öğrencileri bu sınav tekniğine hazırlayan, onların gelişimlerini çok daha yakından izleyen eğitim kuruluşları olarak toplumdaki yerini almış ve gelişerek bugünkü durumuna kadar gelmiştir. O nedenle dershaneleri kapatmadan önce okullardaki eğitimin aksayan yönlerini bulup çıkarmak, onları düzeltmek, dershanelere ihtiyaç duyulmayacak bir duruma getirmek gerekir. Öte yandan istatistiki veriler bize, dershanelerin hiç de küçümsenmeyecek bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Örneğin 2009-2010 öğretim yılı itibarıyla dershane sayısı 4.193, öğrenci sayısı 1.174.860 ve öğretmen sayısı ise 50.432’dir. Yani koskoca bir sektörden söz ediyoruz.
Türkiye’de dershanelerin geçmişi ta 1915 yılına kadar uzanıyor. Tabii o zamanki dershanelerin işlevleri bugünkülerden farklı. O dönemde hedef kitlesi yetişkinler olan dershaneler yabancı dil, sanat, ticaret, vs. gibi kurslar veriyor. Cumhuriyetten sonra ise eğitimin yaygınlaşmasıyla dershanelerin hedef kitlesini okula devam eden öğrenciler oluşturuyor ve takviye edici kurslar olarak daha çok dersleri zayıf olan, dışardan lise bitirme sınavlarına ya da Devlet Olgunluk Sınavlarına hazırlanan öğrencilere hizmet veriyor. Dershaneler bugünkü statülerine 1965 yılında çıkarılan bir yasayla kavuşuyor. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra dershanelerin kapatılması gündeme geliyor ve 1983’te çıkarılan bir yasayla 1984 tarihinden itibaren kapatılmasına karar veriliyor. 1983 yılında yapılan seçimler sonucunda kurulan Özal Hükümeti döneminde dershaneler konusu bir kez daha tartışmaya açılıyor ve kapanmalarına 20 gün kala çıkan bir yasayla faaliyetlerine devam etme olanağı buluyor.
Dershaneler kurulduğu günden itibaren varlığını sürdürmek ve büyümek için çabalayıp dururken dershanelerin kapatılması gerektiği konusu da sürekli tartışılagelmiştir. Bir kez daha yineleyelim, her şeyden önce milli eğitim sistemimizin durumu sorgulanmalıdır. En istikrarlı alanlardan biri olması gereken eğitim sistemimiz tam bir yapboz tahtasına dönüştürülmüştür. Bu nedenle bu alanda bir arpa boyu yol alınamıyor. Öğretmenlerin, velilerin, öğrencilerin; kısacası herkesin kafası karışık… Eğitimde sürekli sil baştan yapıyoruz. Diğer yandan toplumda öyle bir psikolojik algı oluşturuldu ki dershaneye gitmeden sınavlarda başarılı olunabileceğine pek ihtimal verilmiyor. Daha iyi eğitim veren; toplumda prestij, sosyal statü ve daha iyi gelir sağlayan mesleklerin eğitimini veren üniversitelere ve bölümlere girebilmek için mutlaka dershane eğitimi almak gerektiği kanısı da bir hayli yaygın. Bu psikolojik durum da ailelerin ve öğrencilerin dershanelere yönlenmelerinde bir diğer etken.
Benim kişisel kanıma göre… eğitim sistemi doğru dürüst işlerse ve sınav sistemi de bu eğitimi baz alarak düzenlenirse o zaman dershanelere gerek kalmaz. Bu, hem veliler hem de öğrenciler için çok daha yararlı olur; çünkü veliler, kendileri için ek bir külfet oluşturan dershane masrafından kurtulacakları gibi öğrenciler de bütün zamanlarını 5 şıktan hangisinin doğru olduğunu bulmaya adamış olmayacaklar. Ayrıca öğrenciler, hayatlarının en aktif, en öğrenmeye açık, en hevesli oldukları bu dönemlerini; kendilerini geliştirip ifade edebilecekleri, sosyalleşmelerini sağlayacak çok daha güzel, çok daha verimli, çok daha faydalı başka uğraşlarla değerlendirme şansına sahip olabilecekler.