Yayınlanma Tarihi: 22 Nisan 2016 — okunma
Osman Aziz Yeşil’in somut gerçeklikleri fotoğrafladığı kareleri, Edip Cansever’in meşhur “Yerçekimli Karanfil” adlı şiirinin son iki mısrasını faklı bir okuma çabasına iletiliyor beni:
“Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce. “
Yeşil’in insanları farklı yaşam gerçeklikleri etrafında zengin imgelere göndermeler yaparak yaşıyorlar her bir fotoğrafta.Kitabındaki tüm insanların oluşturdukları algı ve somut imge yaşamdaki tüm renklerin paydasında buluşan insanların Anadolu coğrafyasındaki sessiz ve derinden işleyen yaşamlarına götürüyor.Doğudan batıya,kuzeyden güneye gezdiğimiz bu toprak beyazın tüm renklerdeki iz düşümünü yansıtıyor.Beyazı kuşanmış bir sanat dilinin içinde her bir fotoğraf bambaşka bir hikayeyle kendini var ediyor.
Aslında her şiirin bir arka planı ve yaratma süreci olduğu gibi her fotoğrafın da bir hikayesi vardır.Yeşil’in fotoğraflarına verdiği isimler bu hikayelerin bir özeti ve imgesi gibidir.Her bir fotoğrafın adı,insandaki şiirsel özün ışıktaki bir yansıması ve yaşanılan coğrafyaya ait kültürel bir senfonidir.Sanatın kaynağı insansa insanın oluşturduğu her kültürel ve insani değer farklı renklerin kaynaşmasından oluşan toplumsal imgelere götürür bizi.Fotoğraf düz bir gerçekliği somutlasa da sanatçının imge ve hayal dünyasında yoğrulan görüntüler sözcüklere dönüştüğünde işte o kareler farklı yaşamlardaki farklı şiirleri yansıtır.
Bir çobanın hayatı “Benekli Yayla”ya adanan ömürdür.Bir köy evinin penceresindeki “Bekleyiş” doğanın akıp giden şiirsel yükünde kendi gerçekliğini bakışlarda biriktirmektir.Karadeniz insanının kırsaldaki yaşantısı fotoğrafa konuk olduğunda doğa ister istemez insanı hep kucaklayacaktır.Boşuna oluşturulmamıştır “doğa ana” sözü.Bu sözün derinindeki şiirsel büyü bile insanın zamana yazdığı renkli bir şiir gibidir.Artık uzun bir salaya merdiven dayamış yaşlı bir taş ustasının şiiri imgesini “Ömür Taşlama” sözcüklerinde biriktirecektir.Yorgun bedenindeki son enerjileri kullanan ömrün doğaya verdiği şekil aslında büyük bir şiir değil midir?”Ekmeğini taştan çıkarmak” deyimi işte bu şiirsel özün küçük bir parçasını imler.
Her bir yüz,her bir bakış ve her bir hareket sürekli üretimsel bir etkinliğin içinde olan insanın var oluşu Yeşil’in ana temasıdır.Bir dedenin kucağında torunuyla uzakları yakına getirmeye çalışan “yöndeş bakış”larından yine yaşlı bir yüzünden hareketle oluşturduğu imgenin adının “tarih,coğrafya,yurttaşlık” olması ayrıntıdaki gizi görme sanatıdır.Osman Aziz Yeşil’in kadınları “mahcemal”dir.Bazen “ak sevda” bazen de “kara sevda”nın bizde yarattığı bakış algıların sessizce birleşmesinden başka bir şey değildir.
Omzunda taşıdığı su kabağıyla gülümsenin çiçeğini deren genç kıza “bir sen ki baştan başa ben” adının layık görülmesi, patozlandıktan sonra güneşte kurutulmaya bırakılmış fındıkların içinde omuz omuza verip tekleme ayıklayan kadınların “direniş”i,kapının eşiğine oturmuş yün eğiren üç Ispartalı kadının “eşik”teki hayatları,ince bir utangaçlıkla ellerini ağzına götürerek saflığın en yalı halinin “büyüyünce gelin olacam ben”de güzellemeye dökülmesi,”Ali-Emine-Fadime” nin çıplak bacaklarındaki doğallığın gülücüklerine yansıması,bakraçtaki süt için parmaklarını “biberon” yapan çocuğun annesinden öğrendiği İlahi adalet,köpeğine sarılırken her yanında gülücük fışkıran çocuğun “mutluluk” halleri o yedi renklerin tek bir güzel beyazdaki coşkusu değil de nedir?
Yazması yırtık kara kuru bir kız çocuğunun bendeki yansıması yoksulluk,kara yüzlerinde yaşamı işleyen madencilerin “böyle kazanılır ekmek parası” diyen bakışlarındaki derinlik,yabancı birinin kendisine bakmasından çekinen Anadolu kızlarının yüzlerinde beliren kırmızı utangaçlık,çekicin bakır ibrikte çıkardığı sesteki dinginlik,fındığın çilesini kendine şarkı yapan Karadenizlinin türküsündeki yüreklilik,ah o köy çocuklarının allı pullu pembeli yeşilli küçük basmalarındaki büyüklük,doğaya meydan okumaya çalışan babalarının yamacında hayatın şiirine yavaş yavaş çalışmaya başlayan çocukların bakışlarındaki umutsuzluk… Yeşil’in adını unuttuğumuz başka hayatların da varlığının sessiz yığınıdır.
Yeşil, aslında, insanları duygularıyla beraber yakalamaktadır.Anadolu insanı duygularıyla hareket eder daha çok.Yeşil’e yansıyanlar ise bunu şiir halinden başka bir şey değildir.O,bu duygu birikiminin fotoğrafını çekerken doğanın şiirini de imgeye dönüştürür.İnsan zaten yaratılıştan beri doğayı ve hayatı imgeleştiren bir canlı değil midir?Yeşil,bunları bize sunan bir imge elçisidir.Yaşamını insanlara adayan yürekli bir elçi…