Yayınlanma Tarihi: 24 Şubat 2017 — okunma
XXIII.Patiska,bir babanın daha sonra uçup gitmiş bir öpücüğünün tende uyumasıdır.
Baba,ömrün yitiği ise anne bu yitiğin ömür mersiyesidir.Bütün yitikler bir güzü çağrıştırır şaire.Baba giderse sözcüklerin omurgası düşer,giden anne ise eğer öksüz kalır şiirsel imge.Akçiçek’in şiirlerinde anne imgesi,baba gerçekliğinden daha yoğun işlense de aslında babanın yitiminden sonra anneye daha çok sığınma olarak çıkar karşımıza bu durum.Belki de Salih Okumuş’un tespiti bu kapsamda yerindedir:” Babasını küçük yaşta kaybetmesi onu annesine daha çok yaklaştırır.Bu sebeple “anne” unsuru daima ön planda tutulur.”(1)Bir babanın yitimini düşünüp şu mısraları yazmam Akççiçek’le beni yaklaştırmaz belki ama bir babanın yitiminden sonra yazılan her sözcük şiiri de geçer:
“ba-ba
gece yitiği bir çocuğun kartopu düşleri
süt mesaisine yenik düşer Hayat Bilgisi dersinde
ben babamı en çok geceleri sevdim
sevdiğim gündüzleri yırtan sözcükleriydi
ilk masalı daima anneler okur
babası kumaş kokan çocukların soğuk yataklarında”
XXIV.Patiska,lirik zamanlarda çocuğunun üstünü imge bulutlarıyla örten bir baba kumaşıdır.
Anne içimizde olan,baba hayatımızda daha sonra var olandır.Bundan dolayı anne dolayımsız olarak lirik-duygusal bir sorunsal yaratırken bazen,baba varoluşsal bir sorunsaldır.Akçiçek’in şiirlerinde izlediğimiz ve gelgitli bütünsel tinsellik oluşturan anne-baba doğrusalı,annede içe dönüklüğü ve duygusallığı,babada ise dışa dönüklüğü ve dışsal yaşamın gerçeklerini imler.Bu dışsal gerçekliğin acı bir biçimde eve taşınması sosyal anlamda kaçınılmaz bir ev erki oluştursa da Akçiçek bu sosyolojik olgudan uzak bir evren oluşturur.Bunun yanında,bu gelgitli doğrusallıkta babaya benzeşim,kaçınılmaz bir sosyal öğrenmenin yanında varoluşa ilmeklenen bir imgedir.Hayatımızda duygu parabollerimizin değişkenliğinde insanlardan bize eğilen ne çok “yadigar yaşanmışlıklar” vardır.Duvarlara astığımız sadece bir duadan ibarettir.
XXV.Patiska,”mayıs dendiğinde ilk düğmesi gevşeyen” bir Azer Yaran Türkçesidir.
Akçiçek’in insanları,şiirinin bahar dirimleridir.Bu şiir baharlarından ve dirimlerinden biri de Azer Yaran’dır.Modern Türk şiirinin elitist kanonunda şiiri teğet geçilen bu mayıs yürekli şairin şiire yüklediği anlamsal boyutlar ve yaşamı sorgulayış yönsemesi bu kanona pek eklemlenmek isteği taşımamıştır zaten.Akçiçek’in şiire ömrünü adayarak hazırladığı “Azer Yaran Kitabı” aslında bahsedilen şiirin biyografik düzlemidir.Azer Yaran,şiire Mayıs’la doğar,duyguları ve yaşamı ötekileştiren bir güzde mahsur kalarak göçer bu dünyadan.Her şair gibi şiirde her zaman çocuktur Azer Yaran.”Bir büstün önünde göğsü ilikli ve şen”lik içinde bekleyen bir halk çocuğunun “aşkı ezbersiz öğrenmesi” zaten yaşamın şiirle evrimleşmesidir.Burada Akçiçek’in “elif”e yüklediği simgesel anlam yeniden devreye girer.Elif harfine çok katmanlı ve kimi zamanda gizemli yöndeşlikler yükleyen Akçiçek,Azer Yaran’ın ismi doğrultusunda oluşturduğu çağrışımla bu “evren alfabesinin” gizemine sığınır.Elif,simgesel boyutluluğuyla insanın adalete,sevgiye,barışa,güzelliğe,eşitliğe,aşka açılan kapısının anahtarıdır aslında.Elif,bir ilk gösterge olması bakımından tüm insani değerleri şiire önceler de.”Azer demiş babası size elif okuyun” dizesi bu açıdan okunursa Karadeniz’e eğilen her yüreğin ilk olarak tattığı şiirsel bir ekmektir yaşam:mavi barış,yeşil sonsuzluk demektir.Elif,barışın ve sonsuzluğun gökyüzünde dimdik duran Karadeniz kokan bir aşk gibidir.
XXVI.Patiska,Filistin’de bir çocuk kalbinin uçurtma sesidir.
Nedendir bilmem,Akçiçek’in şiirlerinde ne zaman çocuk ve çocukluğa dair bir mısra okusam onun “çocukluğun anayurdundan ” devşirdiği tüm şiirleri aklıma gelir.Evrensel insan sevgisi duyarlılığını çocuk temelli bir tematik yapıya kavuşturan Akçiçek’in şiirlerini hep çocuk ve çocukluk merkezli düşünmek,onun şiirlerini çocukluğunun kısa bir tarihi olarak nitelemesinin de etkisindedir sanırım.”Çocuklarla yüz yüze gelmenin evrenle yüz yüze gelmek” olduğu bir şiir coğrafyasında bu daima çocuk ve çocukluktan el alış,bütün dünya çocuklarına insancıl bir bakış açısının da yansımasıdır.İnsanlık dramıyla hemhal olma,daima “kalbin sesi“ni dinleyen çocukların acılarına,ezilmişliklerine,sömürülmelerine bir ağıt gibidir.Salih Okumuş’un şu tespitleri görüşlerimizi doğrular niteliktedir:”Akçiçek,şiirlerinde çocuk acılarını dile getirir.O,çocukların yerine kendini koyar,onların acılarını haykırır.Afrika’dan Çin’e,Filistin’e,Kosova’ya,Bosna’ya kadar bütün dünya çocuklarına hitaben yazar.Şiirleri adeta dünya çocuk acıları atlası gibidir.”(2)Bu “çocuk acıları atlası”nda Akçiçek,birçok gurbeti de taşır içinde.Bu birçok gurbetin kimliğinde gezen Akçiçek,sahipsizlik ve yetimlik hüzünleri içinde insanlığın dramına acı ve toplumcu bir reddiye sunar.”Kalbin Sesi” bu bakımdan Filistin’e açılan sahipsiz ve yetim bir rüzgarın sesine adres arayışıdır.Orada ister sahipsiz olun ister yetim bu durum şairlerin ince duyarlılığında insanlığın ve insancıllığın sömürülmesine ve öldürülmesine bir nar sabrıdır.Nar sızlar Akçiçek’te.Zaman geçer,zamanın elleri ulaşmazsa Filistin’e ve bütün yetim diyarlara nar çatlar.Önce çocuklar ve şairler kanar…
XXVII.Patiska,içinden sürgün imgeler geçen ve “insanın yaşadığı yere benzemesi”ni dillendiren Alucra türküsüdür.
Yeryüzü sınırlarla bölünmüş olsa da şiir bu sınırları gökyüzüne çekmeyi başaran belki de yegane sanat dalıdır.Çünkü şiir bir dil sanatıdır ve sınırlar önce dille biçimlenir.Bu sınırların arasında sessiz sedasız yaşayan öyle coğrafyalar vardır ki Akçiçek’in deyişiyle onlar birer “küskün yeryüzü yaprağı” gibi vefalı yürekleri beklemektedir.Orhan Tepebaş’ın bu şiirle ilgili görüşleri okunduğunda toprağa vefalı insanların o toprağın yarattığı değerlere de vefalı olacağı vurgusu daha iyi anlaşılır.Nu küskün yaprakların gölgesinden kimler geçerse geçsin bu değerler,sınırları siyasi bağımlılıktan çıkararak tarihin ve coğrafyanın ortak bilinç sayfalarına kapı aralar.Şiir de bu açılan kapılarından daha insancıl bir kokuyla dalar içeri:” Şairimizin vefası sadece insanlara değildir. Emek verildiği her mısrasından belli olan “Alucra,Küskün Yeryüzü Yaprağı” adlı şiir, bir kitaba sığmayacak duyarlığı dokuz bölümlük bir şiire sığdırmasını bilmiştir.Kimler yoktur ki bu şiirde.Alucra’nın kendisi vardır,kurdu,kuşu,soğuğu,ıssızlığı,unutulmuşluğu,ücralığı vardır.Cemal Süreya, Gülten Akın,Harun Karadeniz,Ozan Arif…”(3)
Yeryüzü bir şair için başka her şeyin dışında bir şairler geçidir.Akçiçek de “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” bu sıcak ve geniş şiirselliğini tüm coğrafyalarda bir uçurtma gibi önce çocuklarla uçurmaya devam edecektir.Yeter ki “uçurtmayı vurmasınlar…”
Yararlanılan Kaynaklar
1-Salih Okumuş,Cumhuriyet Döneminde Ordulu Şairler Antolojisi,Serüven Kitap,2010,s.173.
2-Salih Okumuş,Cumhuriyet Döneminde Ordulu Şairler Antolojisi,Serüven Kitap,2010,s.173.
3-Orhan Tepebaş, Bir Vefa Kitabı “Patiska”,Hece dergisi,Şubat-2017-S:242,s.139.