Yayınlanma Tarihi: 9 Ocak 2014 — okunma
Günlerdir süren soğuklar ve yağışlardan sonra nihayet ilkbahar tadında bir güne uyanmıştık. Bir kış gününün güneşli, pırıl pırıl öğleden sonrasında kızımı okuldan aldım. Gün apaydınlıktı; oysa ben hiç günümde değildim. Biraz karamsar, biraz mutsuz, biraz huzursuz, biraz umutsuz… ya da hepsi birden. İyi ki hava güzeldi!
Hava kızımın da hoşuna gitmiş olacak ki biraz dolaşmak istedi. Bu fikri beğendim. Dolaşmak bana da iyi gelecekti. Sahile indik. Denizi seyrettik. Güneş ışınlarının gümüşe bürüdüğü suyun yüzünde karabatakların bir dalıp bir çıkışlarını, martıların kumsalda salınışlarını seyre koyulduk. Deniz tatlı, usul dalgalarla kumsalı yalayarak söylüyordu şarkısını. Kıyıdaki kayaların üzerine oturup bu şarkıya kulak verdik bir süre. Sonra kalkıp kumsalda dolaştık, deniz kabukları topladık. Kızım, -belli aralıklarla kıyıya paralel olarak uzanmış- deniz kabuklarından oluşan kalın çizgileri işaret ederek, “Bak anne, bunlar denizin gelgitlerini gösteriyor” dedi. Bu benim hiç dikkatimi çekmemişti.
Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. Eve dönme zamanı da gelmişti artık. Yola koyulduk. Markete, fırına uğrayıp alışverişimizi tamamladık. Yolumuzun üstündeki çiçekçinin önüne geldiğimizde kızımın yüzü ışıldadı, gözleri parladı. Çiçekçinin yavru köpeğini görmüştü. “Anne biraz sevebilir miyim?” dedi. Çiçekçiyi tanıyoruz; ağırbaşlı, terbiyeli, saygılı bir insan. Gelip giderken zaman zaman seviyoruz köpeği. Bu defa çiçekçi içeride, dükkânında bir şeylerle uğraşırken köpek, bahçe kapısının önünde dikilen, otuzlu yaşlarında gösteren bir adamın üzerine ha bire atlayıp duruyordu. Adam bu haliyle çiçekçinin yakını ya da yakından tanıdığı biri izlenimi uyandırıyordu. Bu yüzden kızımın isteğini geri çevirmedim. Ama köpeği bir görseniz! Dünya tatlısı, kıpır kıpır, şirin mi şirin bir şey. Abartısız, bir saniye durmuyor. Kaçıyor, kovalıyor, insanların üstüne atlıyor. En çok da çocuklarla oynamayı seviyor. Sadece seyretmek bile mutluluk veriyor insana.
Oraya varışımızın üzerinden daha beş dakika geçmemişti ki yan taraftaki kuaför salonundan yeniyetme bir çocuk fırladı ve adama bir soru cümlesiyle seslendi. Adam onu öylesine acemice, öylesine aptalca yanıtladı ki o anda sohbetlerine konu olduğumu anladım. Ucuz, basit bir sarkıntılık olayıyla karşı karşıyaydım; ama üstü örtüktü, benzetme yaparak konuşuyorlardı.
Onları anladığım anda şaşkınlık ve tiksintiyle irkildim. Öyle bir irkilişti ki bu, her ikisi de fark etti. Sadece… sadece iki cümleden ibaret olan bu bayağı diyalog, zaten iyi durumda olmayan duygu dünyamı altüst etmeye yetmişti. Bu nasıl bir tatmindi?.. Her şey üzerinden tatmin aramanın bir istisnası, hoyratlaşmanın bir sınırı yok muydu? Kalın kışlık giysiler içinde, başında bere, boynunda atkı, yüzünde içinde bulunduğu ruh halinin yorgun ifadesiyle çocuğunun bir yavru köpekle oyununu seyreden bir kadından –o kısacık zamanda- cinsel bir obje yaratmayı nasıl beceriyorlardı?.. Kafaları bu kadar mı sakatlanmıştı?.. Ruhları bu kadar mı kirlenmişti?.. İnsan olmaya bu kadar mı yabancılaşmışlardı?.. Biraz düşününce… birbirlerinden en az dört-beş metre uzakta duran -hatta yanında çocuğu olan- bir kadınla bir erkek gördüğünde beyninde cinsellikten başka bir çağrışım uyanmayan zavallı çocuğa da, ondan da zavallı bulduğum adama da yürekten acıdım.
Bir süre ne yapmam gerektiğini düşündüm onları göz hapsinde tutarak. Bir baksalar… bir baksalar, ama asla bakmıyorlar. Gözlerini yakalayamıyorum. İkisi de telefonuyla meşgul. Telefon, durumdan kaçış yolu. Epeyce bekliyorum kararsız. Davranışım kızımın dikkatini çekiyor ve soruyor: “Anne niye bakıyorsun öyle?” “Birisine benzettim kızım” diye yanıtlıyorum onu. Bu ona yetmiyor, “Kime benzettin?” diye üsteliyor bu defa. “Senin tanımadığın birine. Hadi gel evimize gidelim” diyerek elinden tutuyorum. Oradan uzaklaşıyoruz; çiçekçiyle daha sonra konuşma hakkımı saklı tutarak…
İnsana duyduğum sevgiden midir nedir, insanların hoyratça davranışları sanki beni daha derinden yaralıyor. Evet, Aragon söylemiş, “Sakın görünüşe aldanma, görünüşte herkes insandır” demiş ama… hani ne bileyim, ben her seferinde yeniden şaşırıyorum insanlık dışı hallere.