Yayınlanma Tarihi: 5 Mayıs 2017 — okunma
Bu makalede “İpek Yolu Güzergâhları” demekle, İpekyolu’nda olup bitenlere aydınımızın dikkatini çekmek istedik. Doğu ucu 3 – 4 koldan Sarı Deniz’e ve Doğu Çin Denizi’ne ulaşan İpek Yolu’nun batı ucu Trakya’dan Balkanlar’a uzanıyordu. Hazar Denizi’ni birkaç güzergâhtan kesen bu yol, Basra Körfezi, Umman Denizi, Akdeniz ve KARADENİZ’e çıkıyordu. Geniş anlamda Uluğ Türkistan’ı (Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Doğu Türkistan), Kafkasya, Anadolu, Selçuklu coğrafyasının bütününü, Osmanlı mülkünün büyük bölümünü kapsayan bu coğrafya Asya ve Rusya’yı içine alıyordu. Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinden hepsini yarı bağımlı Türk topluluklarının büyük çoğunluğunu kapsıyordu.1
Sovyet döneminde özel olarak “Kör havza” durumuna sokulmuş Kuzey Afganistan’ın Türkmen Bölgesi’nin Türkmenistan’la bağlantısı sağlanılmak isteniyor, Doğu – Batı yol bağlantısı itibarıyla İran güzergâhına bağımlı olmamanın yolları araştırılıyordu. Bu coğrafyanın yeraltı zenginliğinin güzergâhını, kaynakların sahibine rağmen bölgenin ve dünyanın süper güçleri tâyin ediyor. Avrupa’yı Asya’ya bağlayacak uluslararası karayolu güzergâhı Türkiye’den geçerken yine aynı güçlerin müdahalesine muhatap oluyordu.1
Burada Türk dilinin, edebiyatının, tarihinin, sanatının, mitolojisinin, kısaca kültürünün ufkî ve şakulî envanteri yatıyor. Dünya destan geleneklerinin büyük bir bölümüne İpek Yolu üzerinde rastlamaktayız. Türklüğün ortak atası “Türk Ata”dır. Oğuz Ata da şüphesiz efsanevî atalarımızdandır. Ancak Oğuz Türkmen Türklüğünden gelen ulu atamızdır ve günümüzden 6 bin yıl evveli vardır. Türkmenleri ve Türkmen olmayan Türkleri de kapsamına alan daha ulu ve daha kadîm ortak atamız ‘Türk Ata’ olup günümüzden 16 bin yıl evveline vardığı ifade edilmektedir.1
Uluğ Türkistan’da çok söylenen bir söze göre “İki ulu yol vardır. Bunlardan birisi gökyüzünde Samanyolu, diğeri yeryüzünde İpek Yolu’dur.” Her iki yol da Türk kültürünün ürünüdürler. Kadîm Türk medeniyeti, İpek Yolu medeniyet beşiğinde yetişip beslenmişti. Bu beşikten, Ahmet Yesevî Ocağı’ndan Türk Dünyası’na taşınılan kültür “Ahmet Yesevî Tonu” ile olmuştur. Atatürk, bu tonun Türk Tarih Kurumu (TTK) ve Türk Dil Kurumu (TDK) ile giydirilmesini istiyordu.1
Atatürk’ün, ilmin ve bizim Türk’ü anlayışlarımız farklı değildir. Atatürk 01 Kasım 1922 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada : “Efendiler! Bu dünyayı beşeriyette asgarî yüz milyonu aşan nüfustan mürekkep bir Türk millet-i azimesi vardır ve bu milletin saha-i arzdaki vüsati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır. Türk Milleti’nin ceddi ilâsı olan Türk nâmındaki insan; ikinci, ebülbeşer Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu Yafes’in oğlu olan zattır.”1 der.
İpek Yolu Kültür Alanı, ilk defa Türkiye Türkleri’nin kamuoyuna Japonlar’ın yaptığı “İpek Yolu” belgeseli ile gelmişti. Ciddî bir belgeselin bir toplumun kültür hayatında, tarih şuurunun uyanmasında ne derece önem arz ettiğini bu belgesel göstermiştir.1 Coğrafî konumu nedeniyle, eski çağlardan beri doğu ile batı arasında bir köprü işlevi gören Anadolu, İpek Yolu’nun en önemli kavşak noktalarından biri olmuştur.
Tarihte birçok millete mal olmuş yollar vardır. Kürk Yolu, Kral Yolu, Baharat Yolu, İpek Yolu, Kehribar Yolu, Hint Deniz Yolu bu yollardan bazılarıdır. En önemlisi İpek Yolu’dur diyebiliriz.2 İpek Yolu İlkçağ ve Ortaçağ’da Çin ile Ortadoğu ve batı ülkeleri arasında kullanılan ana ticaret yoludur. Yola bu ad, Alman Coğrafyacı Ferdinand Freiherr von Richthofen tarafından, yapılan ticaretin ana metaını ipek teşkil ettiği için ilk kez 1870 yılında verilmiştir.3
İpek Yolu’nun bir kısmı denizden olmak üzere birçok güzergâhı vardır. 1048 – 1049’da Selçuklular’ın eline geçen Erzurum, İpek Yolu üzerinde önemli bir ticaret merkeziydi. Buradan ve Kafkasya’dan Trabzon Limanı’na gönderilen mallar İstanbul’a ve batı ülkelerine ulaşırdı.4
Trabzon’a gelen malların hepsi İstanbul’a gönderilmez, Karadeniz kıyılarına satılması gereken mallar sahil yolu ile Tirebolu, Giresun, Bayramlu, Fatsa, Ünye gibi pazarlara getirilir ve buralarda muamelesi yapılırdı. Selçuklular, Anadolu’daki ticarî faaliyetleri canlı tutmak, güvenliği sağlamak amacıyla önlemler almışlar ve bu yollar üzerinde hanlar, kervansaraylar inşâ etmişlerdir.2 Türkler’in Müslüman olmasından sonra genişleyen İslâm toprakları üzerinde ortaya çıkan ve umumiyetle ticaret maksadıyla yolculuk yapan kervanların konakladığı yer olan kervansaraylar; Karahanlılar, Gazneliler, Harezmşâhlar zamanında belli yol güzergâhları üzerinde kurulmaya başlandı. Büyük Selçuklular zamanında İran’da daha teşkilâtlı ve muhkem hâle gelen bu binalar, Türkiye Selçukluları zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu’da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.5 Karadeniz sahillerinde yol kalıntıları, han, hamam, kervansaray harabeleri sahil hattının ticaret gayesiyle kullanıldığını göstermektedir.2
İki ayrı ticaret yolu Ünye’de birleşmekteydi. Trabzon istikametinden deniz yoluyla gelen bir yol Terme, Çarşamba, Samsun hattıyla devam ederken Erzincan, Malatya ve Kayseri üzerinden Sivas’ta kesişen diğer bir yol da Tokat, Pazar (Mahperi Hatun Kervansarayı), Zile (Küçüközlü Kervansarayı), Niksar (Roma Dönemi Arsenali) üzerinden Ünye İskelesi’ne uzanırdı.
Ünye’nin ikiye ayrılan yolu birleştirmesinden olacak Ünye İskelesi XX. yüzyılın başlarına kadar hareketliliğini sürdürmüş ve bu canlılığını Ünye Limanı – Tersane kompleksi ile sürdürmeye devam ettirmesini bilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u fethi ardından sahil yolundan ve Ünye – Niksar Yolu üzerinden dönüşü şöyle anlatılır : Tursun Bey (Târih-i Ebu’l Feth) ise dönüşte çok sıkıntılar çekildiğinden söz eder : “Kendü sa’âdet ile avdet idüb, deryâ kenarından ki kuş uçmaz yirlerdür ve alefi ağu ağacından ve semmiyeti gâib giyâhdan gayrı nesne yok. Onun gibi yoldan, kuvvet-i devlet ile merâkib-i bahrî emdâdı ile gelüb, Canîk illerinden dârül-emn Tokat’a çıkdı. Ammâ bu suûbet-i menâzilden hasâret-i mevâşî çok vâkı oldu. Andan dârül-hilâfe İstanbul’a azîmet buyurdı. Bu sâlı mübârekede üç feth müyesser oldı.”6
Kitabü’r-rıhle adını taşıyan eserde 1652 – 1659 yılları arasında Ünye’ye gelen Antakya Patriği şu bilgileri bizlere iletmektedir. “… XVI ve XVII. asırlarda Karadeniz sahillerinde en mühim ticaret iskelesi İnaos (İnavus) denilen Ünye olup, Boğdan, Eflak, Kazak ve Karadeniz havzası tüccarı Diyarbakır’dan ham ipek ve sahtiyan, Halep’ten dirayi ve mavi fula vesaire getirirlerdi. Ve bu iskelede muamele yaparlardı…“7
XVIII. yüzyılın ilk seyyahı İsmâil Belîğ Efendi de Naiplik için davet edildiği Tokat’a giderken, Bursa – İstanbul – Ünye – Tokat hattında yaptığı kara ve deniz yolculuğu sırasında çektiği zahmetleri, memuriyet çilesi ve azledilişini anlattığı 149 beyitlik mesnevisinde, Ünye’nin İç Anadolu’ya açılan bir kapı olduğunu ve Ünye ile Tokat arasında 5 konak mesafe bulunduğunu belirtmektedir.2-8
Fransız Seyyah Jakob Philipp Fallmerayer, “Fragmente aus dem Orient” adlı eserinde ipek ticaretinin üç ana antrepo yeri Tirebolu, Giresun ve Ünye’de, ürünün miktar ve ayarının ortaya konulduğunu, en çok ve en kârlı alışverişin de Ünye çarşısında yapıldığını belirtmektedir.10
Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ticaret yolları üzerinde birçok hanlar, kervansaraylar ve odalar yapılmıştır. Ünye’de de Osmanlılar döneminde birçok han ve oda yapılmıştır. 1871’de Ünye’de 11 han, 1881’de 9 han ve 158 oda, 1902’de 21 han bulunmaktaydı.9 Ünye’de bugün yer isimlerinde Han Boğazı, Eski Han Caddesi, Han Geçidi, Suluhan, Kefeli Hanı, Haznedar – Şirin İş Hanı, Arif Özalp – Hamza Özalp Hanları, Kabayel, Sinanoğlu, Duraklar İş Hanları ve Tacülbat Bey Pasajı gibi isimler Ünye’de bulunan hanların toponomik kanıtlarıdır.2
Kervansarayların arası, dönemin tanımıyla, “deve yürüyüşüyle 7 – 8 saatlik mesafede“dir. Bu, 35 – 40 km’ye karşılık geliyor. Kervanlar normalde birbirleriyle karşılaşmazlar ve kervansaraylarda çakışma olmaması, dolayısıyla hizmetin aksamaması için kervanların girişine belli aralıklarda izin verilirdi. 3 ilâ 7 gün konaklanılan kervansarayların işletmesi devlete ait olup konaklayanlardan hiçbir ücret alınmıyor ve bu yüksek maliyet kervanların taşıdıkları mallardan alınan vergilerle karşılanıyordu.
Tarihî Ünye – Niksar Yolu, diğer kentlere açılan yollar, Ünye’de motorlu taşıtlar ve ulaşım, güvenlik hattı kaleler ve kolluk kuvvetleri, hamam ve çarşılar, Ünyeli kaptanlar, Ünye İskelesi ve Tersanesi, Ünye Gümrüğü gibi konu detaylarının Yaşar ARGAN’ın “İpek Yolu ve Ünye”2 adlı çalışmasından tetkik edilmesini salık veririm.
İpek Yolu, Yeni Çağ’da yapılan keşifler sonucu canlılığını yitirmeye başlamıştır. XVI. ve XVII. yüzyıllarda ipeğin Avrupa’da da üretilmeye başlanılmasından sonra eski önemini kaybetme tehlikesiyle karşılaşmış, artan denizcilik faaliyetleri ile de kervanlar ortadan kalkmaya ve Uzak Doğu ürünleri çekiciliğini yitirmeye başlamıştır. XIX. yüzyıldan itibaren İpek Yolu kullanılmaz olmuştur.11
KAYNAKÇA :
1 KALAFAT, Dr. Yaşar – Abay’ın 150. Yılında İpek Yolu Güzergâhları, Ecdâd Yayınları : 37, Halk Bilimi Serisi : 3, Ankara, Temmuz 1997, 167 sayfa.
2 ARGAN, Yaşar – İpek Yolu ve Ünye, Ünye Kent Araştırmaları Serisi: 1, İstanbul, Ocak 2004, 176 sayfa.
3 CHINA Travel.com – Silk Road Travel Guide, http://www.chinatravel.com/focus/silk-road/
4 BOZKURT, Nebi – İpek Yolu, DİA C. 22 (İstanbul, 2000), s. 369 – 372.
5 İSLÂM Tarihi Ansiklopedisi – Kervansaraylar, 7. Cild, http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/KERVANSARAYLAR/461
6 ALBAYRAK, Hüseyin – Trabzon’un Fethi, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, Mayıs 2010, 98 sh. / TURSUN Bey – Târîh-i Ebü’l-Feth, sh. 109 vd.
7 DOĞAN, Osman – Karadeniz’de Bir Boğaziçi Ünye, Ordu Kitapları Serisi, Ünye Kent Araştırmaları Serisi 2,
2002, 384 sh.
8 BELÎĞ, İsmâil – Sergüzeşt-nâme-i Fakîr be-Azîmet-i Tokat:Belîğ’in Tokat mahkemesi nâibliği görevine tâyin edilmesi üzerine, Bursa’dan yola çıkarak İstanbul üzerinden Ünye’ye, oradan da Tokat’a yapmış olduğu çok zahmetli deniz ve kara yolculuklarını, Tokat’ta iken çektiği memuriyet çilesini ve azledilişini anlattığı 149 beyitlik mesnevisidir. 1114/1702 yılında kaleme alınan eserin bilinen tek nüshası (Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 665) önce S. Nüzhet Ergun tarafından kısmen (1945), daha sonra da A. Abdulkadiroğlu (1985) tarafından neşredilmiştir.
9 TRABZON Vilâyet Salnâmeleri – TVS 1871, s. 104 / 105; TSV 1872, s. 102 / 103; TSV 1298, s. 149 / 151; TSV 1320, s. 260.
10 FALLMERAYER, Jakob Philipp – Doğu’dan Fragmanlar, Ankara, 2002; DOĞAN, Osman – Tarih Boyunca Ünye, 407 sh., Samsun, 2003.
11 T.C. KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı – Anadolu’nun İpek Yolları, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü http://yigm.kulturturizm.gov.tr/TR,9997/anadolunun-ipek-yollari.html
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.