Yayınlanma Tarihi: 22 Ağustos 2015 — okunma
Yangından ilk kurtarılacak şey hala ona güvendiğimiz ve acılarımızı alır dediğimiz insandır. Belki bu düşünce, pembe bir umut, nesnel hiçbir karşılığı olmayan bir gölge oyunudur. Önce çocuklar, kadınlar ve onur kurtulmalıdır yangından. Acıyı yayan değil, paylaşan kurtulmalıdır. Acıyı ve ölümü büyük vatansever sözcüklerle kutsayıp sonra sessizce kabuğuna çekilerek bir kısırdöngünün dişlileri tarafından öğütüldüğünü fark etmeden yaşayan değil, acıya karşı göğsünü siper eden kurtulmalıdır. Önce aşk, sevgi, vicdan ve şiir kurtulmalıdır yangından. Gece yıldızlara bakarak öğretmenin verdiği barış adlı kompozisyon ödevinin başlığını düşünen kara kuru bir Kürt çocuğu kurtulmalıdır. Babası doğu illerinde çalışırken komşu Kürt çocuğu ile misket ve saklambaç oynayıp dostluğu mermiden ve kör şiddetten üstün gösteren bir Türk çocuğu kurtulmalıdır. Önce dayanışma, önce mutluluk ve önce emeğin birlikteliği kurtulmalıdır yangından. Yangından mal kaçıranlara ve böyle hesaplar içinde ellerini ovuşturanların kirli ve sömürgen hesaplarına boyun eğmeden yangının içinde farklı renklerden kurşun kalemler kurtulmalıdır, eski ve soğuk okul duvarlarında özgürlük ve barış şiirleri yazılsın diye.
Askerliğimi öğretmen olarak yapmak için Nusaybin’e gittiğimde farklı ir dilin farklı bir evren ve farklı bir düşünüş yarattığını biliyordum elbet. Farklı olmak ve bunu özgürce yaşamak istemek onurun ta kendisiydi. Bir öğretmenin bana sorduğu “Buraya gelirken önyargıların var mıydı?” sorusu bile farklı yaşam değerlerine saygı ve hassasiyet isteyen bir doğallığa sahipti. Yaşadım, karıştım, hemhal oldum, dinledim, tartıştım. Bazen dişlerimi sıktım, içime attım. Bazen hak verdim, bazen karşı çıktım yaşadıklarıma. Hiçbir şey bir çocuğun saf ve temiz yüreği kadar doğru gelmedi bana. İnsan olmanın ve ötekileştirmeden, kutuplaştırmadan yaşamanın erdemlerini işleyebilmek için kalplerine didindim, uğraştım. Anladım ki önce saygı ve birlikte yaşmak arzusu kurtulmalıdır savaş tüccarlarının yarattığı bu yangından. Oyunlar oynadım onlarla, büyük ve kirli oyunları bilerek bu coğrafyada. Oyunlar oynadım onlarla, eşik ve adil oyunlar; sevginin dilini çürütüp ayrışmayı bayrak yapan kısır inanışları anlatarak. Acılı tarihlerine hak verdim bazen, ön yargılarını eleştirdim. Yemek yedim yoksul sofralarında, demli çaylarını içtim. Sohbet ettim köy evlerinde; sefaleti, yalnızlığı, kaygıları gördüm. İnsan hayatının her şey üstün olduğunu bilerek mavi bulutlu şiirler öğretmeye çalıştım yorgun toprakların çocuklarına, Türkçe dersinde Kürtçe mısralar okudum. Halaylar çektim, düğünler gördüm. Aynı halıya secde ettik beraber farklı dilleri konuşsak da. Aynı camide ellerimizi açtık Allah’a farklı mezheplerden olsak bile. Aynı evde iftarlar açtık farklı dillerde dualar etsek bile. Aynı sokaklarda beraber gezdik farklı şarkılarımız olsa da. Anladım, küçük İskender’in bir yazısında belirttiği gibi “İnsan hayatı kutsal değildir, insanın kendisini ifade ederken faşizme karşı verdiği mücadele kutsaldır.”
Yangından ilk kurtarılacak şey kimliğidir insanın. Kimliğini ve kişiliğini kaybeden insan kendi değildir artık. Sağduyusunu ve ılımlılığını kaybeder yavaş yavaş. Öteki olur, başkasının kimliğini yok etmek istercesine. Kimliğim altı bir kere oyuldu mu yabancılaşır tüm yaşadıklarına. Toplumsal kimliğin kaybı ise isyana sürükler insanı, İsyan kana, kan ise kan davasına. Toplumsal kimliğin bastırılmaya çalışılması ise silaha sürükler insanı, kendi soyunu ve ırkını yok etmek pahasına. Anladım, yangından ilk anneler ve onların eşit emziren sütleri kurtulmalıdır. Süt temizdir özünde, saftır; insan kirletir onu, insanı kırarak. Kitaplar kurtulmalıdır önce yangından. Hayalleri, direnişleri, aşkları ve sözcükleri olmayan insanların para kazanma hırsı ve kendi yabancılaşan bir dünyası olur. Bu dünya ise mavi değil karadır. Kitaplar kurtulmalıdır önce yangından. Sıcacık hikâye kitapları. Çocuklarımızı birbirine bağlayacak ve onları kaynaştıracak sözcükler besler bu satılar. Farklı evlerde, farklı dillerde aynı hayallerle büyüyen çocuklara Sait Faik de lazımdır Mem u Zin de. Yaşar Kemal de lazımdır Mehmet Uzun da. Önce yıldızlardan özgürlük ve sevgi devşiren çocuklar kurtulmalıdır yangından.
“Bu yangın yeri ülkeden kurtarılacak ilk şey, onurdur. Onurlu insan, hiddetlidir, hırçındır, bellek sahibidir.” diyor yine küçük İskender bir yazısında. Onurlu insan tarafsız ve özgür düşünür. Onuru insan zulüm ve acı nereden gelirse gelsin varlığını siper eder insanlıktan yana. İnsanın kendi kendini kirlettiğini bilse de içinde taşıdığı insanlık şuuru ve vicdan onu daha çok insana bağlar, bu bir paradoks olsa da. Ne diyor Şükrü Erbaş bir kitabının kapağında “İnsanın acısını insan alır.”
Kanı kutsamak insanoğlunun kendi kısırlığının ve yüceltisinin göstergesidir aslında. Hangi milleten ve kavimden olursa olsun kan hayatın değil, zulmün ve şiddetin dili oldukça kaybeden hep çift taraflıdır. Kanı kutsayan ve onu bir dava aracı haline getiren kendini Kabil’in kucağına bırakıyor demektir. Büyük ve kör yanlışların ısrarında insan, kendine kurduğu kısırdöngünün içinde kendi kimliğini çürütmekten başka bir şeye hizmet etmiyor demektir. Onun için ilk kan değil yürek kurtulmalıdır yangından. Yürek taşlaşsa da, ipotek edilse de, katılaşsa da onu sevmeyi denemek ve ona emek vermek cesetler üretmez. Onun için çiçeklerle beraber ilk kuşlar kurtulmalıdır yangından. Yüreğe ilham veren başka iki varlık yoktur zira bu dünyada. Eğer yüreğimiz tamamıyla çürümediyse.
Ben yangından ilk şiirleri ve çocukları kurtarmaya gidiyorum faklı dillerden arkadaşlarım olsa da. Onlara da söyledim, kötülüğün kucağına atmaktansa iyiliğin fakirliğinde ortaklaşa halay çekelim yeter bizim için. Ne ki bizleri dışarıdan izleyen “kara adamlar” kandan beslendikçe, en çok çocuklar unutacak barış ve sevgi şiirlerini.
İsyanın adı vicdan… Bu renk çok yakışır bize…