Yayınlanma Tarihi: 2 Nisan 2015 — okunma
Erkek baskısı ve tacizi, özel yaşamların yanı sıra sosyal hayatımızın da her alanında açık veya örtülü bir şekilde hep var olagelmiştir ve gittikçe de şiddetini artırarak devam etmektedir. Bundan her kız çocuğu ya da her kadın mutlaka payına düşeni alır; kimi bilincinde olarak, kimi bilinçsizce… İnanılmaz derecede ağır, yoğun ve hatta hayatı yaşanılmaz kılan bu baskıyı kadından başkasının anlayabilmesi kanımca mümkün değildir. Çünkü ne kadar iyi niyetli olursa olsun hiçbir erkeğin bu konuda kadınla empati kurabileceğini sanmıyorum. Erkeğin doğası izin vermez buna ve dolayısıyla bir erkek asla bir kadın gibi hissedemez.
Bizim ülkemizde kadın karşısında erkeğin özgüveni öylesine yüksektir ki kadının toplumsal statüsü ne olursa olsun erkek, sırf erkek doğmuş olmaktan ötürü kendisini kadından üstün sayar. Kadın tacizi söz konusu olduğunda inanın taciz eden ve edilenin eğitim durumu, sosyal statüsü, mesleği ve benzeri özelliklerinin hiçbir önemi yoktur. Toplumun her kesiminden, her yaştan kadın ya da kız çocuğu, herhangi bir erkek tarafından (bu bazen bir doktor bir hasta bakıcı, bazen patron ya da işçi, ne bileyim bazen bir öğretmen veya bir taksi-otobüs-minibüs şoförü olabilir) rahatlıkla taciz edilebiliyor. Kimseyi kırmak istemem ama üzülerek söylüyorum ki bu gerçektir; çünkü insanın başka bir değer yargısı yoksa, salt birinin erkek diğerinin kadın olması yetiyor tacize. Ayrıca bu durum, diplomalı olmakla eğitilmiş olmak arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu bir kez daha açık seçik göstermiyor mu bize?
Sonunda, en iyi öğreten olan hayat bana da kadın sorununun tüm insanlığın kurtuluşunu bekleyemeyecek kadar acil ve yaşamsal olduğunu öğretti. Zaten bugünkü dünya konjonktürü, köktenci dönüşümlere çok da imkân veriyor gibi görünmemektedir. Öyleyse dünyamızın şimdiki koşulları içinde toplumları değiştirebilecek büyük dönüşümleri, küçük ve bireysel çabalarla oluşturmayı başarmak zorundayız; tabii ki kitlesel eylemlerin önemini de unutmadan.
Kadın sorununun çözümü, toplumun genel yapısından bağımsız düşünülemez elbette ve kuşkusuz bu sorunun da kaynağı sosyo-ekonomiktir. Ancak peşinen söylenebilecek bir şey varsa o da, her şeyden önce basın-yayın organlarının kendilerine bu konuda çekidüzen vermelerinin gerektiğidir. Bu ülkede medya kuruluşlarında kadının meta olarak kullanılması çok vahim boyutlara ulaşmıştır. Gazete sayfalarında veya sitelerinde, kadın cinselliğinin istismarını konu alan en ciddi makaleler yayınlanırken bir yandan da o makalelerin hemen yanı başında çıplak kadın fotoğraflarına yer verilmesi hakikaten trajikomiktir. Maalesef en ciddi basın-yayın organlarında bile kadın cinselliği artık tiksinti verecek düzeyde istismar edilmektedir.
Bugün günlük yaşamımızda birçok kadının, ne yazık ki erkekle insanca bir ilişki kurmaktan ödü kopuyor. Şu nedenle ki erkek, kadına her baktığında cinsel bir objeden başka bir şey göremez hale gelmiştir. Bu durumda kadının en insani davranışı bile amacının çok dışında anlamlandırılabilme riski taşımakta, belki şaşıracaksınız ama mesela çok da güzel ve çağdaş bir tavır olan gülümseyerek selam vermek dahi kolaylıkla yanlış bir algıya yol açabilmektedir. Öyle ki kadınla erkek arasında cinselliğin karışmadığı bir ilişki kurabilmek neredeyse bir fanteziye dönüşmüş durumdadır. Oysa bu iki cins arasında arkadaşlık, dostluk denilen imrenilesi bir duygu daha vardır ve bu duygu bugün birileri tarafından hayatımızdan tamamen çıkarılmaya, unutturulmaya çalışılmaktadır. Bunun acilen geri kazanılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu, en önemli toplumsal kazanımlarımızdan biri olma özelliğiyle demokrasinin korunması anlamını da taşımaktadır.
Özel günlere, hele de “kadın, barış, çocuk” günlerine ihtiyaç duymayacağımız bir dünyayı ancak yine biz, hep birlikte yaratabiliriz.