son haberler

Kendi Şehrinde Turist Olmak – 1

Yayınlanma Tarihi: 21 Ağustos 2014 okunma

Semra YİĞİT smryigit@gmail.com

İstanbulluyum ben, Şişlili. Sonradan bir o kadar da Beşiktaşlı. İki yıllık Bodrum ve şimdi de iki buçuk yıla yaklaşan Ünye yaşantım dışında, -ve tabii ki kısa süreli gezileri saymazsak- hayatımın tamamı İstanbul’da geçti. Yani doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, çalıştığım şehir İstanbul. Bütün çevrem (akraba, arkadaş, iş), hepsi orada. Kim derdi ki bir gün ben, İstanbul dışında bir yerde yaşayacağım. Ama hayat sürprizlerle dolu ve yaşamın hayal gücü gerçekten bizimkiyle kıyas kabul etmeyecek kadar geniş ve inanılmaz. (Cümlenin son kısmı Susanna Tamaro’ya gönderme.)

Bu yaz, planladığımdan daha uzun bir tatil yaptım; kışın soğuğundan ve yoğun çalışma temposundan intikam alır gibi… İlk durağım da son durağım da İstanbul oldu. İlk duraktı; çünkü çok özlemiştim şehrimi ve son duraktı; çünkü İstanbul’un izleri kalsın istedim belleğimde.

Şişli Meydanı’ndan Taksim’e kadar uzanan cadde, İstanbul denilince aklıma gelen ilk yerdir. Kutsal bir mekânı ziyaret eder gibi yürürüm o yolu. Doğal olarak oradan başladım şehri gezmeye. İstanbul’dan son ayrılışım, gezi olaylarının hemen öncesine rastlıyor. Dolayısıyla Taksim’i de görmedim o günden beri. Şişli’den çoluk çocuk, küçük bir grup halinde Taksim’e doğru yola çıkarken güneş de bir hayli yitirmişti yakıcılığını.

Sohbet ede ede, etrafı seyrede seyrede ilerliyorduk. Osmanbey’i geçip Harbiye’ye gelmiştik bile. Kızıma, askeri müzeyi, birilerinin feci şekilde iştahını kabartan İstanbul Radyosu binasını, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ni göstermiştim ki birden bir patırtı, bağırış çağırış oldu. Önünden geçmekte olduğumuz bir telefon bayiinde kavga kıyamet. Üç ayrı grupta sürüyor kavga. Bir grup dışarıda, diğer ikisi dükkânın içinde. Ayırmaya çalışanlar ne tarafa koşacaklarını şaşırıyorlar. Hangi birini ayıracaklar? Kasada oturan kız bakamıyor bile kavgaya. Başını önüne eğmiş, sarsıla sarsıla ağlıyor. Korku ve panik içindeki diğer kadın ayakta, kavga edenlerin yanında. Telaşla bir oraya bir buraya koşuyor. Bu sırada oradan geçmekte olan iki erkek turistten biri, gördüğü manzaradan son derece memnun, dans etmeye yakın hareketlerle “İsstââânnnbûûûllllll, İstânnnnbûûûllllll!!!!!” diye bir melodi tutturuyor; sanki İstanbul’dan beklediği tam da buymuş gibi… Kavgayı arkamızda bırakıp Elmadağ’a doğru yürüyoruz.

Aman Allahım! Bu da ne? İri bir köstebek yuvasını andıran koca bir delik var az ötede. Biraz daha ilerleyince, yolun burasında araç trafiğinin yeraltına indirildiğini, o koca deliğin de bu geçidin girişi olduğunu fark ediyorum. Eminönü, Beyazıt yönüne giden araçlar burayı kullanıyor. Taksim’e kadar giden otobüsler ise bu köstebek yuvası benzeri deliğin etrafından dolanarak geri dönüyor.Bütün keyfim kaçıyor. Acaba gelip görmeseydim de Taksim eski haliyle mi kalsaydı hafızamda? Geldim bir kere, gördüm de, devam etmekten başka çare yok.

İri köstebek yuvasını geçince bizi kocaman, koskocaman, alabildiğine geniş; gün boyu sıcak, çok sıcak yaz güneşini emmiş, cayır cayır yanan bir beton alan karşılıyor. Hangi akla hizmet? O kadar geniş alan neden betonlanmış? Önceden caddeyi geliş-gidiş olarak ikiye ayıran ağaçlar da yok edilmiş. Hiç olmazsa onlar korunamaz mıydı? Utanmasam, o beton alanın ortasında yere diz çöküp hüngür hüngür ağlayacağım. Taksim’e ne yapmışlar böyle?.. Taksim ölmüş! Bir taşı eksik üzerinde, “Taksim ruhuna el fatiha” yazan. Çocukluğumun, gençliğimin Taksim’i, anılarım; ağaç düşmanı, betonsever iktidar tarafından tarumar edilmiş, yok olup gitmiş.
Gezi Parkı tarafına bakıyorum, korkarak ve korkmakta haklı olarak. Evet, işte oradaki dükkânların yerinde de yeller esiyor. Belediye Sergi Salonu, THY bürosu, PTT şubesi; çocukken bana okuduğum masalları hatırlatan, büyülüymüş hissi veren o güzelim turistik eşya dükkânları… hiçbiri yok artık. Onların yerini seyrek çimenli bir bayır almış. Bir bayır bu kadar mı kötü görünür insanın gözüne?.. Gezi Parkı’na orayı tırmanarak çıkıyorum. İçim kan ağlıyor. Beraberimdeki herkes suspus; çocuklar bile… Yasını tutuyoruz Taksim’in. Biraz dolaşıyoruz parkta, sonra da estetikten yoksun, çirkin mi çirkin bir süs havuzunun karşısındaki banklara sıralanıyoruz.

Oturduğum bank, bir setin alt tarafına düşüyor. Üst tarafta ise yine banklar ve oturan insanlar var. Çok kötü bir ruh hali, kara kara düşündürüyor beni. Çok geçmiyor, yukarıdaki alandan sesler yükseliyor. Dönüp bakıyorum fakat sakin görünen bir-iki insan başından başka bir şey göremiyorum. Tekrar önüme döndüğümde sol dizimin biraz üzerinde bir sıcaklık hissediyorum. Nedenini bulmak için elimle ve gözümle yokluyorum. Bu, yanmakta olan bir sigara izmariti. Hani biraz zorlasanız izmarit bile diyemeyip düpedüz sigara diyebileceğiniz büyüklükte. Elbisemin eteğine yapışmış, çıkmak istemiyor. Ben ondan kurtuluncaya kadar o, yapıştığı yerde koca bir delik açıyor. Yukarıdan atılmış olmalı. Fırlıyorum yerimden, sorumlusundan hesap soracağım. Nafile! Kimse suçu üstlenmiyor. Çaresizliğime boyun eğip elbisemdeki o yanık izini, ağaçkeser-betonsever iktidarın “Taksim zaferi”nin damgası olarak belleğime vuruyorum. I-ıh! Sevmedim ben bu Taksim’in “yayalaştırılmış” halini. Hiç sevmedim!

Devam Edecek…

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Her Şey Tatsız Tuzsuz

5 Mart 2020 okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve... Devamını Oku

Yol, Yolculuk, Bir Avuç İnsan ve Einstein

30 Kasım 2018 okunma
“Alıp başımı gitmek. Atsız arabasız/ Alıp başımı düşlerin çıkmazından/ Karışmak taşa toprağa. Yolculuk…” (Rıfat Ilgaz) Oldum olası severim yolculukları; en çok da otobüs yolculuklarını… Hızla geriye akan manzarayı seyrederken düşüncelere... Devamını Oku

Hüzün, Melankoli ve Şiir

12 Aralık 2017 okunma
Son zamanlarda bir garip hüzün dalgası arada bir yoklayıp duruyor beni. Bu da neyin nesi? Nereden çıktı şimdi bu hüzün? Tüm olumsuzluklara rağmen kendimi bile hayrete düşürecek kadar umut dolu değil miyim ben?.. Françoise Sagan’ın bir çırpıda okunuveren o... Devamını Oku

Bir Şenay Varmış… Meğer Hayalmiş

10 Mayıs 2017 okunma
“Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim.” (Halide Edip Adıvar) Benim dünyalar güzeli melek kardeşim, senin hakkında yazacağım nereden gelsin aklıma. İnsan bu kadar iyi, bu kadar güzel, bu kadar hayat dolu olur da, hiç bu kadar yakın durur mu... Devamını Oku

Özlem

1 Aralık 2016 okunma
En yakıcı duygulardan biridir özlem. Kimi için sıla, kimi için sevgili; kimine göre çocuk, kimine göre ana-baba-kardeştir. Şarkılar onu söyler, şiirler onu haykırır. Özlemi yazar öyküler, tablolar onu resmeder. Özlem değer vermektir, sevmektir özünde.... Devamını Oku

Hayatın İçinden

15 Nisan 2016 okunma
Mevsimler her ne kadar eskisi gibi olmasa da yine de geliyor bahar, yine de geliyor yaz. Doğa yeniden canlanıyor ve kuşlar bir başka ötüyor bu mevsimlerde. Fındık bahçelerinde dolanırken “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü hatırlarım hep. Fındık... Devamını Oku

Sahi, Öğretmenlere Ne Oldu Böyle?..

3 Mart 2016 okunma
Belediye hoparlörünün tiz, gıcırtılı sesi ortalığı kaplıyor. Kadın görevli, bir konferansın anonsunu yapıyor: “Ahir Zamanda Kadın konulu konferans bugün…” Doğru mu duydum acaba? Ahir zamanda mı dedi? Neyse ki anons ikinci kez tekrarlanıyor. Pür... Devamını Oku

Arkadaşımın Mektubuna Cevap (3)

10 Şubat 2016 okunma
10 Şubat 2016 Canım Arkadaşım, Biliyorum, cevabım epeyce gecikti. Fırsat bulup yazamadım bir türlü. Kusura bakma n’olur. Yazın ortalarına doğru almışım son mektubunu. Okullar tatildeyken yani. Kıskançlık konusunda kalmışız. Düşüncelerine katılıyorum... Devamını Oku

Biri Bana Bunları Açıklayabilir mi?..

7 Ocak 2016 okunma
Karın bembeyaz aydınlığı salonun her tarafına yayılıyor. En kuytu köşeler bile ışık içinde. Yumuşacık, lapa lapa yağan karı seyrediyorum camdan. Uzun zamandır bu kadar yoğun bir kar yağışı görmemiştim. Kalınlığı en az elli santimetreyi buldu.... Devamını Oku

Arkadaşımdan Mektup Var (3)

9 Temmuz 2015 okunma
Sevgili Semra, Her şey yolunda mı, iyi miyim, kötü müyüm, inan ki ben de bilmiyorum. Hayatım birden bire değişti. Şahin yurtdışına gidiyor… gitmek zorunda. Aniden ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayamadım henüz. Duygularım bir o yana bir bu yana gidip... Devamını Oku