Yayınlanma Tarihi: 31 Ekim 2013 — okunma
İçimde yağmurlar yağıyor çisil çisil… Kır yağmurları… Deniz gururla hışırdıyor. Yağmur damlacıkları ağaçların dallarından, yapraklarından zıplayarak düşüyor yere. Toprak, o nefis kokusunu sunuyor cömertçe… Yağmur… benim uğurum.
….
Televizyonda bir programa takıldı gözüm. Toplumun kanayan yaralarını… kokuşmuş çürümüş neleri varsa seriyor ortaya. Programın bir kadın konuğu var. Kadın demeye utanıyor insan. Çünkü o bir çocuk. Ve aynı zamanda da bir anne. Yani bir çocuk anne. Anlatıyor, dinliyorum. Program sunucusu yeniden soruyor, o yine anlatıyor. Dinliyorum. Dikkatle dinliyorum. Sonra daha fazla dayanamıyor, ağlıyorum sessiz, usul usul…. Başka dünyanın çocukları bunlar. Nerede saklanıyorlar? Hangi köşe bucakta? Yolda yürürken yanımızdan geçiyorlar mı bu kadar kahır dolu insancıklar? Kendimizi kandırmayalım, sayıları çok fazla.
Toplumumuz çok acılı, çok yaralı, çok cahil, çok korumasız, çok sahipsiz, çok fakir… Çok, çok, çok vs… vs… Ülke olarak, toplum olarak büyük sorunlarımız var. Öyle sanıyorum ki en büyük sorunumuz, çocuklarımıza çocukluklarını yaşatamıyor olmamız. Aile içinde büyüyen çocuklar bile gerektiği gibi yetiştirilemiyorlarsa, evsiz barksız kimsesiz çocukların; yani sokaklarda, yetiştirme yurtlarında, hapishanelerde büyüyen çocukların durumlarını tahayyül bile edemiyorum. Gün yüzüne çıkabilen yüz kızartıcı birtakım olayları, sadece ağzımız bir karış açık dinliyor, izliyor, ahlayıp vahlayıp her şeyi devletten bekleyerek kendi hayatlarımıza dönüyoruz. Oysa yapabileceğimiz şeyler olmalı!
Bir şeylerle uğraşmak isteyip de “Ne yapsam acaba?” diye kafa yoranlar varsa işte size insan olmanın onurunu yaşatacak bir uğraş: Kimsesiz çocukların kimsesi olmak!
….
İnsanlık hallerinin en korkutucu olanı, bence cehalet. Bütün sorunların temelinde bu olgunun yattığını düşünüyorum. Cahil insandan daha tehlikeli bir şey yok… diyecektim ki vazgeçtim. Cahil insandan daha korkutucu olanı yarı cahil insan. “Ehven-i şer şerlerin en kötüsüdür (Kötünün iyisi kötülerin en kötüsüdür)” ya işte onun gibi bir şey. Cahil insan hiç değilse cahil olduğunu, bilmediğini biliyor. Yarı cahil insan ise bildiğini sanıyor; bilmediğini bile bilmiyor. Üstelik akıl fikir vermeye kalkıyor elâleme. Cervantes’in Don Quijote’de dediği gibi: “Hemen akıl vermeye kalkar / verecek aklı olmayan.”
Yarı cahil insan küçümsüyor, kibirleniyor, böbürleniyor, yönlendirmeye çalışıyor. Etkili olamazsa sinirleniyor, öfkeleniyor, ısrar ediyor. Eğer hâlâ direniyorsanız, sizi çokbilmişlikle suçluyor. Diyelim ki hiç itiraz etmiyor, onun sizi gütmesine izin veriyorsunuz; o zaman da sizi başka bir tehlike bekliyor: Bu defa değersizleşiyorsunuz. Üzerinizde hâkimiyet kurabildiği anda işiniz bitti; artık önemsizsiniz.
Peki ne yapmalı? Uyarmak, düzeltmeye çalışmak, bir ayna tutarak kendisine kendisini göstermek sorunu çözer mi? Bu soru gerçek anlamıyla bir uzmanlık sorusu. Belki konunun uzmanları bile bu soruyu yanıtlarken zorlanabilirler.
Bana soracak olursanız… sadece aklımın, bilgi birikimimim ve deneyimlerimin elverdiği ölçüde bir değerlendirme yaparak şunu söyleyebilirim: Bu tip insanları tedavi etmek imkânsız denilebilecek kadar zordur. Bu, bir insanın herhangi bir uzvunu; kolunu, bacağını, gözünü, tenini vs… değiştirmek gibi bir şeydir. Ben bu kanıdayım.
Çok mu umutsuzum? Dedim ya, bu konu kesinlikle uzmanının işi.