Yayınlanma Tarihi: 12 Aralık 2013 — okunma
Ne güzel çocuklardık; tıpkı şimdikiler gibi!.. Genç idealistlerdik; aydınlık, pırıl pırıl, iyi, çalışkan, cesur… Güzel hayallerimiz vardı; ülkemize, kendimize, dünyamıza dair… Okur düşünür, düşünür okurduk. Politikayla da, edebiyatla da, sanatla da yakından ilgilenirdik. Özellikle şiir ve roman hatırı sayılır bir yer tutardı yaşantımızda. Tiyatroya, sinemaya koştururduk, bir görevi yerine getirir gibi. Oturur sohbet eder, tartışır, hayatı ciddiye alırdık. Her şeyden sorumlu hissederdik kendimizi.
Beni üniversite yıllarına götüren, günlerdir kamuoyunu meşgul eden şu “kızlı-erkekli” tartışması oldu. Fark ettim ki o zamanlar kızlı-erkekli oluşumuz hiç mi hiç dikkatimi çekmemiş. “Aaa, ne güzel, kız-erkek ayrımı yapmadan birlikte hareket ediyoruz” düşüncesi bir an olsun aklıma gelmemiş. Neden gelsin ki! Bundan doğal ne olabilir! Beyinlerimiz böyle işliyordu bizim.
Şimdi ortalıkta bir sürü acayip laf dolaşıyor. Birisi çıkıp devletin televizyonunda, “Böööyle karınnan, sokakta dolaşılmaaz” diyerek hamile kadınların sokakta dolaşmamaları gerektiğini dikte ediyor; öfkeli, nefret dolu, azarlayıcı bir üslubu var. Başka bir televizyon kanalında iki adam karşılıklı oturmuş, dolaşsınlar ama şöyle dolaşsınlar böyle dolaşsınlar diye hamile kadınların nasıl giyinmeleri gerektiğinin tarifini yapıyor. Bir başkası -sonradan anlaşıldığına göre ağzına geldiği gibi konuşmuş- şöyle diyor: “Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek.” Bir diğeri kalkıp hiç başka işi gücü kalmamış gibi bir sunucunun kıyafetini gündeme taşıyor.
Neler oluyor? Nereye gidiyoruz? Bu insanlar nasıl bu kadar fütursuz olabiliyorlar? Bu kendilerini her şeyin, herkesin üstünde görüp, ona buna hayat tarzı dayatma hakkına sahip oldukları duygusuna nasıl kapılıyorlar? Herhalde ağızlarından çıkanları kulakları duymuyor. Dilin de kemiği yok zaten.
Hamile kadınların da, lisede-üniversitede okuyan öğrencilerin de, onları bu zamana kadar yetiştirmiş olan birer ailesi var. Bu insanlar ağaç kovuğundan çıkmadılar. Üstelik, üniversitede okuyabilecek kadar zekâ ve bilgi düzeyine sahip insanların, hayatlarının yönetimini başka ellere bırakacaklarını da hiç sanmıyorum. Hiçbir kanun maddesi, hiçbir yetkiliye insanların özel hayatlarına karışma hakkı ve yetkisi vermez. İnsanlar size oy verdilerse, “Hadi bakalım, biz bilmiyoruz, şu doğru yaşamak nasıl bir şey, şunu bize bir öğretiverin” diye vermediler. Hayatlarını kolaylaştıracak işler yapın diye verdiler.
Oysaki asıl konuşulması, gündeme getirilmesi gereken ne derin acıları, ne büyük sorunları var bu toplumun!.. Şu parti bu parti, şu görüş bu görüş fark etmez; herkesin şapkasını önüne koyup çözüm bulmak için ne yapılabileceğini ciddi ciddi düşünmesi gerek. İnanmazsanız başımızı çevirip şöyle bir göz atalım neler olup bittiğine bu topraklar üzerinde…
Basın-yayın organlarından: “Afyonkarahisar’da E.A.’ya (20) tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alınan imam Z.A. suçlamaları reddedince tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayın ardından müftülüğün talebiyle imamın açığa alındığı, hakkında müfettiş istendiği kaydedildi.” / “2006’da çocuk pornosundan hapse girip çıkan, 2010’da 3 çocuğa tecavüz, 20 kadar çocuğu taciz ettiği iddiasıyla yeniden tutuklanıp çıkan C.K. yine durmadı. 4 aydır tutuksuz yargılanan C.K. bu sürede de 7 çocuğu taciz etti ve üçüncü kez hapse girdi.” / “Erzurum’un Yakutiye ilçesinde oturan H.B., polise başvurarak biri imam olan iki ağabeyinin kendisine tecavüz ettiğini ileri sürdü. Annesini 7 yıl, babasını 1 yıl önce kaybettiğini belirten H.B., birlikte yaşadığı ağabeyi M.B.’nin kendisine tecavüz ettiğini söyledi. Diyanet İşleri kadrosunda imam olan ağabeyi A.B.’nin de defalarca tecavüzüne uğradığını iddia eden H.B. şöyle dedi: ‘İlk tecavüz olayını ablam R.’ye anlattım. Kimseye söylemememi, aksi halde ağabeyimin işinden olacağını söyledi. Ağabeyimin tecavüzünden hamile kaldım, Ankara’ya götürdü kürtaj oldum. Daha sonra da küçük ağabeyim M.B. tecavüz etti. Ayrıca N.Ç. ve E.P.’nin de tecavüzüne uğradım.’ ” / “Urla ilçesinde görev yaptığı lisede kız öğrencilere ‘cinsel taciz ve istismarda’ bulunduğu iddia edilen öğretmen O.O.Ö hakkında İzmir Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, 142 yıl hapis cezası istendi.”… vs… vs…
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 oranında bir artış olduğunu gösteriyor. Buraya, daha önce yayınlanan “Tecavüz, Cinayet vesaire…” başlıklı yazımdan bir bölüm aktarıyorum: “Türkiye’de her 4 evden birinde ensest ilişki yaşanıyor. Son 20 yılda aile içinde istismara uğrayan çocuk sayısı, 350-400 bin olarak öngörülüyor. Ülkemizde her 4 saatte bir tecavüz suçu işleniyor. Kurbanların önemli bölümü çocuk. Türkiye, Google arama motorunda ‘child porn/çocuk pornosu’ kelimeleriyle en çok arama yapılan ülke. 13-19 yaş grubu cinsel görüntü aramasında da dünya birincisi. Görüntü ve videoları yayınlanan çocuk sayısı 36 bini aşıyor.” Ve bu alıntıya şunu da eklemek istiyorum: Türkiye ensest ilişki bakımından dünyada ilk beşe giriyor.
İşin en acı tarafı da bu konuda birkaç kişi dışında toplumun üç maymunu oynaması. “Yüreklerin kulakları sağır.” Çünkü ilkönce aileler örtbas ediyor bu işleri. Bu zavallı, savunmasız, çaresiz çocukları ailelerindeki tacizden, tecavüzden kim koruyacak? Bu konular nedense kamuoyunun gündemine hiç getirilmiyor. Sanki toplumda bu konunun yok sayılması, üstünün özenle örtülmesi noktasında kendiliğinden oluşmuş bir mutabakat var. Herkes kör, sağır, dilsiz. Bir sunucunun ya da bir hamilenin kıyafetinden daha mı önemsiz bu konular? Böyle davranarak, yaşadığımız toplumu daha da hastalıklı bir hale getirmiyor muyuz? Politika ne için var? İnsanlar milletvekillerini kendilerine üstünlük taslasınlar diye mi seçiyorlar? Bu çocukları kaderleriyle baş başa bırakmayalım. Onların sessiz çığlığını duyup, sesleri olalım! Çünkü onlar yarınki toplumun yetişkinleri olacaklar…