Yayınlanma Tarihi: 8 Haziran 2018 — okunma
Malum olduğu üzere Galatasaray Lisesi’ni tanımayanımız yoktur. Bu lise 1481 yılında Galata Sarayı Enderun-u Hümayunu adıyla kurulmuş olup, 1 Eylül 1868 senesinde Mekteb-i Sultani adını almış olup; 1924 yılında Galatasaray Lisesi adıyla eğitimine devam etmektedir. Anadolu Lisesi statüsünde olup eğitim dili Fransızcadır.
İşte bu lisede yıllar önce müstahdemlik (hademe/hizmetli) yapmış olan birinden bahsetmek istiyorum. Bu zevat vefat etmiş olup yaşasaydı bu gün itibariyle yaklaşık doksan yaşları civarında olacaktı.
Ünye’nin Koruklu Köyünden Ali Gül adlı bir vatandaşımız ekmek parası için sıladan gurbete avdet edince, kendisini bir anda Galatasaray Lisesi’nde bulmuş. Orada hizmetli olarak işe başlayan Ali Efendi uzun yıllar hizmet edip emekli olunca tekrar sılasına dönmüştür.
Bir gün Ünye ile ilgili hazırlanmış bir kitabı okumaya çalışırken bu zâtın bir yazısına rastlayınca, kimliği hakkında yukarıdaki bilgilere ulaşmış oldum. Uzun yıllar hizmetli olarak çalışan birinin – ki o zamanda belirli bir tahsili olanlar o zamanlar devlet kapısında diplomalarına göre iş bulabiliyordu- bir yazı kaleme alması öncelikle dikkat-i şayan bir şeydi.
Ali Efendi hikâyesinde gurbete çıkıp yirmi beş sene çalışıp geri dönen üç kişiyi anlatıyor. Bu üç arkadaş aynı anda sılasını terk edip gurbete gelmişler yaklaşık beş bin lira para kazanıp geri dönmeye karar vermişler. Yolda rastladıkları bir piri fani ile karşılaşmışlar. Bu ihtiyar kendisinin hikmetli söz sattığını söyleyip almak isteyip istemediklerini sormuş. Hikâyeye göre sözün ilki iki bin lira diğerleri bin beş yüz liraymış. Hâsılı üç söz beş bin lira ediyormuş. Üç arkadaştan ikisi yıllarca çalışıp üç söz için bu paranın verilmesinin uygun olmadığını düşünmüş bir tanesi bütün kazancını vererek piri faniden sözleri dinlemiş. Aradan geçen sürede sözü alan kimse sağ selamet evine varmış diğerleri bazı musibetlere duçar olup hayatlarını yitirmişler.
Elbet hikâyenin tamamı bu değil. Biz meseleye ışık tutmak için ve yerimizin darlığından bu kadarı ile iktifa edelim dedik.
Buradan şu sonuca varmak mümkün. Ali Efendi bilginin gücü ve lüzumuna dikkat çekiyor. Ve bilginin doğru tatbikinin faydalarını açıklıyor.
Asıl mesele bir müstahdemin böyle bir yazıyı kaleme almış olması. Demek ki yıllarca çalıştığı okuldaki –ki orası bir eğitim yuvası- öğretmenlerin sohbetlerinden çok istifade etmiş. Bütün öğrendiklerinden bir ‘kurgu’ yaparak onu kaleme almış. Hem ali Efendi hem de o yazıyı kitaba alan heyet çok güzel bir iş yapmış. Köklü bir maziye sahip okulun bir müstahdemi eline kalem alıp yazıyor, bizim üniversitelerdeki bir takım titr sahibi kişilerin çoğu kitapsız. Bırak kitabı olmamasını çoğunun neşredilmiş makalesi bile yok. Resmi unvanlarını aldıkları çalışmaların dışında kalemle tanışıklığı yok bile. İnsan bu kadar tahsili ne için yapar? Yarın emekli olup gidince arkanda bıraktığın ne olacak? Bu gün bir profesörün en az bir kitabı olmalı. Sadece hatıralarını yazsa bile geriye ondan bir şeyler kalmalı.
Kim bilir bu farkın sebebi nedir? Eğitimin gün gittikçe irtifa kaybetmesi mi yoksa lakaytsızlık mı? Bu soruların muhatabı ve cevabı hakkında bizim de bir bilgimiz yok. Sadece bazı kişilerin hassasiyetlerinden ve bildiklerini paylaşma isteğinden gelen bir vaziyet olarak telakki edilebilinir.
Kısaca Müstahdem Ali Efendi yarınlara bıraktığı bir şeyler var. Bakınız önce bir kitaba sonra da gazetede bir köşeye kadar geldi. Bu yazıyı kaç kişi okur bilmem ama bir kişi dahi okumuş olsa Ali Efendi bir kişiye daha ulaşmış olacaktır. Biz kendilerine ulaşmaya zorluk çektiğimiz unvan sahiplerinin adları vazifeleri süresince devam edecek, daha sonra esamileri bile okunmayacaktır.
Ruhun şâd olsun Ali Efendi. Seni unutmayanlar artıyor.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.