Yayınlanma Tarihi: 27 Mart 2014 — okunma
Bilindiği gibi Machiavelli Floransalı bir yazar ve siyaset adamı. 1469 yılında, İtalya henüz siyasi birliğe çok uzakken, İtalya yarımadasında siyasal egemenliği elinde bulunduran beş büyük kent devletinden biri olan Floransa Cumhuriyeti’nde doğmuş. En çok bilinen ve en önemli sayılan eseri Hükümdar (İl Principe) gerçekliğe dayanan siyasal bir inceleme. Machiavelli kitabı 1513 yılında yazmış olmasına rağmen kitap ancak ölümünden 5 yıl sonra, 1532’de basılabilmiş; yani yazılışının üzerinden tam 19 yıl geçtikten sonra…
Machiavelli Floransa Cumhuriyeti’nde 1498’de, 29 yaşındayken resmi görevlerde bulunuyor; ulusal milis gücünü oluşturmaya çalışıyor. Ancak 1512 yılında Medici ailesinin yönetime gelmesiyle görevden alınıyor, hapsediliyor ve işkenceden geçiriliyor. Serbest bırakıldığında ise siyasi hayattan çekilerek yazı yazmaya başlıyor. Machiavelli, çeşitli devlet biçimlerini, bunların kuruluş şekillerini ve bu devletleri korumanın türlü yollarını incelediği Hükümdar’ı işte bu sırada yazıyor ve Lorenzo de Medici’ye ithaf ediyor. Machiavelli’nin, “Amaca ulaşmak için her yol mubahtır” görüşüne dayanan siyasi düşünceleri Makyavelizm adıyla siyasi düşünce tarihinde yerini alıyor.
Dünya klasikleri arasında yer alan Hükümdar’da Machiavelli’nin yaptığı Osmanlı İmparatorluğu değerlendirmesi yazarın bilgi düzeyi ve gözlem gücü hakkında epeyce fikir veriyor. Yazar, Osmanlı İmparatorluğu’yla örneklediği devlet tipini şöyle anlatıyor:
“Bir hükümdar ve onun kulları tarafından yönetilen devletlerde hükümdarın yetkileri çok büyüktür. Ülkenin her yerinde ondan başka bir egemenlik sahibi görülmez. Bakan ya da memur sıfatı ile başkaları bu egemenliği kullansa bile halkın onlara karşı özel bir bağlılığı yoktur.” “Türk hükümdarlığı tek bir padişah tarafından yönetilir. Diğerleri kapıkullarıdır. Padişah ülkesini sancaklara ayırmış ve oralara valiler tayin etmiştir. Padişah valileri istediği zaman istediği biçimde değiştirebilir.” “Türk hükümdarlığının ele geçirilmesinin çok güç, fakat bir kez ele geçirilirse onu elde tutmanın ise çok kolay olduğu görülür.” “Türk hükümdarlığını ele geçirmekteki güçlük şuradan doğar. Saldırmak isteyen devleti bu ülkeden çağıracak beyler olmadığı gibi, halkın ayaklanması da umut edilemez. Çünkü, herkes padişahın kulu olduğu için onları baştan çıkarmak güçtür. Baştan çıkarılsalar bile bu fazla bir işe yaramaz. Çünkü, söylediğimiz nedenlerden dolayı halk onlarla birlikte hareket etmez. Osmanlı devletine kim saldırırsa onu birlik içinde bulacağını hesaplaması gerekir. Bu nedenle, umudunu başkalarının iç karışıklığından çok kendi öz kuvvetlerine bağlamalıdır. Fakat bir kez yenik düşüp ordusu bozguna uğrayacak olursa, hükümdar soyundan gelenlerin dışında kimseden korkmaya gerek kalmaz. Onlar da yok edilirse, diğerlerinin halk katında saygınlıkları olmadığı için artık çekinecek hiçbir kimse kalmaz. Zaferden önce onlardan bir şey umulmaması gerektiği gibi, zaferden sonra da onlardan korkulması için neden yoktur.”
Machiavelli sivil hükümdarlığı işlediği bölümde ise şu görüşleri savunuyor: “Bir yurttaş cinayet işleyerek ya da başka bir şiddet yoluna giderek değil de, yurttaşların yardımı ile hükümdarlığa gelirse, bu hükümdarlığa sivil hükümdarlık denir.” “Bunun için çok değerli bir insan olmak gerekmediği gibi, çok şanslı olmak da gerekmez. Kurnazlık yeter. Bu tür hükümdarlığa ya halkın ya da seçkinlerin yardımıyla ulaşılır.” “(…), halkın yardımı ile hükümdar olanlar başlarına buyrukturlar. Ve kendilerine boyun eğmeyecek hiç kimse yoktur, ya da pek azdır. (…), seçkinleri namuslu bir biçimde ve başkalarına haksızlık etmeden memnun etmeye imkân yoktur. Oysa halkı memnun etmek mümkündür. Halk zenginlerden daha anlayışlıdır. Zenginler zulmetmek isterler. Halkın isteği ise sadece ezilmemektir. Şunu da ekleyelim, halkın düşman kesilmesi hükümdarın güvenliğini bozar; halk çoğunluktur. Oysa, seçkinlerin düşmanlıklarına karşı hükümdar kendini koruyabilir. Çünkü onların sayısı çok değildir.”
İşte bizim bugün derinden yaşadığımız sorunların kökenini Machiavelli bundan tam 501 yıl önce, -o günün bilgiye erişim koşulları da dikkate alındığında- hayranlık uyandıran bir incelemeyle gözler önüne sermiş. Tanzimat’tı Cumhuriyet’ti derken aradan geçen bunca yıla rağmen özgürlükler açısından bir arpa boyu yol katedebildiğimizi düşünüyor musunuz? Bugün dünya üzerinde bulunan devletlere baktığımızda görüyoruz ki, yönetim biçimleri ne olursa olsun -ister cumhuriyet, ister monarşi, vs…- bir ülke ancak mücadele ederek kazandığı hak ve özgürlükleri içselleştirip koruyabiliyor; özgürlüğün anlamına ancak bu şekilde varabiliyor. Sanırım her şeyden önce özgürlük bilinci yaratmak gerek.