Yayınlanma Tarihi: 10 Ekim 2013 — okunma
Gökyüzü güzeldir. Belki, herkesin olduğu için güzeldir; hiç kimseye yasaklı olmadığı için… Belki de uçsuz bucaksızlığından, sınırsızlığından, sonsuzluğundan… İnsana verdiği özgürlük duygusundan. Galiba hepsi yüzünden. Güneş’in, Ay’ın hiçbir halini atlamıyorum neredeyse. Yani yüzüm göğe dönük sıkça. Çoğu kez gündoğumu-günbatımı olup, parlak bir renk cümbüşü halinde süzülüyor odama. Hele bu görüntü denizle bütünleniyorsa doğanın azametini, asaletini, hâkimiyetini iliklerime kadar hissederim.
Bu sabah Güneş’i, ufukta, ufuk çizgisinin hemen üzerinde yakaladım. Turuncu… Bu tonunu daha önce hiç görmemiştim. Üstelik pembe bir halkayla çerçevelenmiş. Fonda ise pembe-gri egemen… Aşağıda, neredeyse ufuk çizgisinin dibinde gibi duran balıkçı tekneleri ve onların üzerinde seremonik hareketlerle uçuşan martılar, martılar… Bakışlarımı ufuk çizgisinden alıp kıyıya çevirince, yüzen deniz kuşlarını görüyorum sürüyle…
Hayli güzel bir sabah. Bazen kendimi bir romanın içinde gibi hissederim; romanların içinde kaybolmak isterim zaman zaman. İşte öyle bir gün.
Her gün yeni bir başlangıç, yeni bir umut. Bunu, akıldan hiç çıkarmamalı.
Radyo çalıyor. “Yıllar sonra rastladım çocukluk sevgilime” diyor şarkı. Ne hoş! Bir çocukluğu olanlar için ne hoş! Çünkü çocukluğu çalınmıştır benim ülkemin çocuklarının. Bilgece bir ağırlık çökmüştür üzerlerine erkenden. Çocuklukları olmayanların düşleri bile olmaz ki çocukluk sevgilileri olsun. Bu karamsar duygu biraz bozuyor gibi havamı ama… neyse!
Şimdilerde radyo dinleyen kaç ev kaldı acaba? Oysa radyo başkadır. Onun yerini hiçbir şey tutamaz. Bambaşka doyurur insanın zihnini, benliğini. Hayali canlı tutar. Yaratıcılığı besler. Radyo dosttur; insanı esir almaz, özgür bırakır. Kendini iyi hissettirir.
Ben radyoyla büyüyenlerdenim; insanı , doğayı, toplumu, türküleri- şarkıları, masalları, klasik müziği hep, ilkönce radyodan öğrenenlerden… Babam da bir radyo sevdalısıydı. Şimdi de yine eli sıkça uzanır radyoya. Her sabah radyo sesiyle uyanırdık. Yani neşe dolu, sevinç dolu, hayat dolu capcanlı bir eve açardık gözlerimizi. Kızarmış ekmek kokusu, yanan sobanın çıtırtısı kaplamış olurdu her yanı. O yüzden radyo beni çocukluğuma götürür. Radyo dinleme, radyoyla uyanıp radyoyla uyuma alışkanlığım hep sürer; mutlulukla, sevgiyle, sevinçle…
Ben çocukken tabii ki bu kadar çok radyo kanalı yoktu. Benim radyomda sabahın erken saatlerinde köy-köylü programları olurdu. Bu programlarda, köylüyü bilgilendiren-bilinçlendiren metinler, söyleşiler; türkülerle, masallarla harmanlanarak verilirdi. İşte ben Dede Korkut Masalları’yla ilk kez radyo aracılığıyla tanıştım. Türküleri, hem de en güzellerini, en güzel seslerden, en güzel yorumlarıyla ilk radyodan dinleyerek öğrendim. Bu büyük bir zenginlik, büyük bir ayrıcalık bence. Tabii bu sırada, hiç bilmediğim, bilemeyeceğim tarıma dair de bir sürü şey öğrenmiş oldum. Mesela siz “süne zararlısı”nın çiftçiye neler ettiğini belki de bilmezsiniz.
Yine ben çocukken, “Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş; yok demesi de, çok demesi de günahmış” diye başlardı masallar. Yani biz insanı, masallardan böyle öğrendik. Ve yine, “İbadet de, kabahat de gizliydi” ben çocukken. Biz bu söylemle büyüdük: Şimdi olan bitene bakıp da şaşmamız bundandır.
Biz yine komşumuzun da, dostumuzun-ahbabımızın da milletini-dinini-mezhebini bilmezdik. Merak da etmezdik. Dahası böyle şeyler aklımıza hiç gelmezdi: Şimdi bundandır bocalamamız, apışıp kalmamız. İnsanı, insan olduğu için severdik. Bu bakış, insanı daha da insan kılardı; bakanı da, bakılanı da… Biz yıllarca, akrabamız dahi olmayan bir komşumuzu öz amcamız zannettik. Neredeyse çocukluktan çıkmıştık gerçeği öğrendiğimizde. Şaşkınlığımızı hâlâ unutamam. Ama yine de o, hep öz amcamız olarak kaldı. Ona duyduğumuz sevgi de, saygı da hiç azalmadı: İşte buydu zenginlik.
Şanslıyım, böyle bir çocukluk yaşadığım için; üzgünüm, çocuklarımız bu zenginliklerden yoksun olduğu için. Çok mu geç kaldık? Bir umut da mı yok? Büyük şair diyor ki : “Umutsuz yaşanmıyor, umutsuz yaşanmıyor.”