son haberler

Sarı Yazma’da Terme Ve Ünye – II

Yayınlanma Tarihi: 9 Şubat 2018 okunma

M. Ufuk MİSTEPE mistepe@gmail.com

Şâir ve romancımız Mehmet Rıfat ILGAZ’ın babası Hüseyin Vehbi Bey medrese eğitimi görmüştür. 35 yıl Düyûn-ı UmûmiyeMemuru olarak çalışmıştır (1865 Bartın-1928 Terme); anası Fatma Hanım (1870 Bartın-1952 Tosya)’dır.ILGAZ, babasının nüfuzunu kullanarak İnhisar dediğimiz Tekel’in deposuna tuz getiren vapurda değişik işlerde görev alır.

İsteğim yerine gelmiş, ilk kez önemli bir kişi olarak sevdiğim bir işin başına geçmiştim. “Vapur Zabitanı”yla yemeğe oturmuş, Kaptan’ın sağ yanında yerimi almıştım. Hem memurun oğlu hem çuvalları sayıp sayıp teslim alan, karşılığında kâğıt imzalayan yetkili bir kişiydim. Eğer babamı zorlarsam sekiz günde bitecek boşaltma işini yedi güne indirir, Kaptan’a bir avarya günü kazandırabilirdim. Babama o zaman düşecek olan iş, kamyoncularla limbocuları geç vakitlere kadar çalışmaları için zorlamak olurdu. Yağacak yağmuru ileri sürerek onları sıkıştırmak biraz da “inhisar idaresi”nin çıkarına değil miydi? Devletin tuzuydu erime tehlikesiyle yüz yüze gelecek olan. Tabağım etli kuru fasulyeyle dolduruluyordu yemekte. Herkes kahvesini içerken ben Kaptan’ın uzattığı çukulataları yiyordum. Babam için bir sandık metaksa Konyağı bile hazırdı ambarda, benim evet, dememi bekliyordu.2

Vapurdaki bu önemli görevim için Cide’deki Başöğretmen, elinden düşürmediği şef değneğiyle hizaya getirirdi beni. Oysa Naci Bey, odasına çağırıp vapurda geçen üç gün, üç gecelik yaşamımı anlattırmıştı övünerek. Okuldan bir (sh. 96) haftalığına uzaklaşmam herkesten çok Mehmet’i sevindirmişti. (sh. 97)

Okulun son aylarındaydık. Havalar birden ısınıvermişti. Cumhuriyet ilân edilmişti ama eşkiyâların ayakları henüz dağlardan kesilmemişti. Her gün bir eşkiyâ olayı ile karşılaşıyor, Terme yaylalarında dolaşan, Ünye, Fatsa üzerinden Karağuş’a geçen, Çarşamba’dan vurup Lâdik’e, Erbaa’ya atlayan kimi Rum kimi Çerkez kimi Gürcü, türlü eşkiyâların serüvenleriyle kulaklarımız doluyordu. Celal bu eşkiyâ hikâyelerini anlatmakta eşsizdi. Ömer babasız bir çocuktu, onu kendime çok yakın bulurdum. Mazhar, zengin bir ağanın oğluydu, uzak bir köyden gelir giderdi okula. Gözü pek, yürekli, güçlü bir arkadaştı. Benim yanımda otururdu sınıfta. Onu böylece “dümen neferi” olmaktan kurtarmış olurdum. Derste yardımımı gördüğü için severdi beni. Cebinden, çantasından köy işi pestiller, cevizli helvalar çıkarıp kimseye göstermeden vermesini başarırdı. En sevdiğim hediyesi ipek kumaş inceliğindeki koyu sarı erik pestiliydi. (sh. 97)

Hiçbir ders sektirmeden okula saati saatine gelirken bir sabah ilk derse yetişemediğini görmüş, ikinci derste de bulunamayınca, hastalandı sanmıştık. Termeli bir çocuğun hastalanması kadar doğal hiçbir şey olmazdı. Sıtma hazırdı bizler için… Mazhar ikinci, üçüncü gün de gelmeyince, onun küçük sınıflardaki köylülerine sorduk. Anası, babası gizli kalması için okula bildirmemişti. Eşkiyâlar dağa kaldırmıştı. Son günlerde, hiçbirine çeteci denilmiyor, eşkiyâ denilip geçiliyordu. Kemal Paşa, çeteleri kaldırdığı, onları askerleştirdiği için dağa çıkanların iyisi olamazdı, tümü eşkiyâydı. Eşekçiler, Çerkez Etemler, İpsiz İrecepler, Topal Osmanlar kalmadığı gibi cephane taşıma bahanesiyle Karadeniz’e çıkan takalı korsanlar da yok olmuşlardı.

Gene de biz öğrenmek istiyorduk Mazhar’ı dağa kaldıranları. Birkaç gün sonra öğrendik de… Rum çeteleri iki yüz altın istemişlerdi babasından. Eğer bu parayı, Üçpınar(sh. 97) yaylasında, pınara en yakın çamın altına, elinde taflan dalı ile biri, getirmeyecek olursa Mazhar’ın başı ertesi gün Terme, Çarşamba yolunun üstüne bırakılacaktı. Bir tuzak düzenleyeceği sezilirse Mazhar’ın babası da aynı duruma düşürülecekti.(sh. 98)

Bu bildiriyi duyan Mazhar’ın babası istenilen parayı gaz tenekesinden çıkarıp çıkınlamıştı. Eline taflan dalı verdiği adamın karşısına çıkan eşkiyâlar, bir yandan Mazhar’ın bileklerindeki ipi çözerken, bir yandan da altınları sayıp teslim almışlardı. Çok geçmeden de Mitralyöz Bölüğü eşkiyâları pusuya düşürmüş, içlerinden bir tek kurtulan olmamıştı.

Hükûmetin önüne ölüler uzatıldığı sabah Mazhar da yanımızdaydı. “Hepsi bu kadar değil bunların!” diyordu Mazhar, “Bir de çetenin Reisi vardı, sarı bıyıklı…” “Sarı Yani miydi adı?” diye sormuştum. “Sarı Yani derler benim adıma” diye başlayan bir eşkiyâ türküsü öğrenmiştim. Bilmiyordu Mazhar, bu Reisin adını. Onun yanında meğer hiç konuşmazlarmış eşkiyâlar. İçlerinden sadece birisi konuşuyormuş onunla… Çok iyi Türkçe biliyormuş, belki Rum’muş, belki de Türk… (sh. 98)

Kış ortalarında annem Fatma Hanım da tutulmuştu sıtmaya. Onun hastalığı benimkinden de ağır geçti. Büsbütün kurtulmuş değildim ben, iki günde bir nöbet yokluyordu. Çoğu, derste yakalıyordu titremeler beni. Öyle tatlı bir üşüme geliyordu ki… İki dirseğimin üzerine başımı koyuyor nöbet süresince bütün sırayı titretiyordum. Keleşlerin Mehmet, bir Sınıf Başkanı sorumluluğuyla, önce kendi paltosunu atıyordu üzerime. Yanında sürekli taşıdığı kutudan bir kinin alıyordu, hademeye bir bardak su getirtiyor, derste bile olsak bu kinini yutturuyordu bana. (sh. 99)

Yıl sonu gelmiş, sınavlar başlamıştı. Sıtmadan yatma sırası bu kez de babam Hüseyin Vehbi Bey’e gelmişti. Yaşı nerdeyse altmışı bulan babamı sıtma nöbetlerinin tiril tiril titretmesi çok dokunuyordu bana. O güne kadar sıtmayı çocuk işi, biraz da kadın işi bir hastalık sanıyordum. Babamı titrete titrete yataklara sermesi acıklı bir olaydı. (sh. 102)

Havalar birden ısınıvermişti. Terme, sıcaklığından ötürü tarihin eski yıllarındaki adını hak etmişti. Terme Çayı her gün biraz daha kuruyordu. Babamın aldığı kininlerin sayısı arttıkça etkisi de o oranda azalıyordu sanki…(sh. 102)

Yaz bütün ağırlığı, bütün sıcaklığıyla bastırmıştı. Leylek gagalarının takırtısından geçilmiyordu. Terme Çayı azala azala sonunda karşıdan karşıya ayak ıslanmadan geçilir hale gelmişti. Limbolar yapışıp kalmışlardı kıyılara… Çimecek değil, nerdeyse yüz yıkayacak su bile kalmamıştı Haziran sonunda. (sh. 106)

Termelilerin kimi Ünye’ye kimi de ÜçpınarYaylası’na göç ediyorlardı. Babamın bir kantarcısı vardı, Remzi Efendi. Becerikli adamdı. Bizimle ortak bir yayla evi yaptırmıştı Üçpınar’da… Biz de Haziran sonuna doğru göç etmiştik. Yaylada sıtmadan kurtulmuş gibiydik. Beni arasıra bir titreme alırdı ama sarsmazdı. Yiyip içiyor, kendime gelmeye çalışıyordum.(sh. 107)

Altı sınıflı ilkokulu bitirmiştim. Koskocaman adam sayılırdım. Cebimde gazoz içecek param bile vardı artık. Daha da yüksek okullara gidecektim. Kastamonu’daki enişteyle yazışmalar başlamıştı. Oraya çağırıyordu beni. Oysa ben yatılı okumak istiyordum, kendi başıma buyruk. Bu yıl benimle birlikte Beşinci Sınıf’tan çıkanlar da okuyacaklardı ortaokullarda. Onlara bakarak kocaman adamdım üstelik. (sh. 108)

Ben ne düşünürsem düşüneyim, büyüklerin dediği olmuştu. Üçpınar dönüşü İsmail Efendi’nin kır beygirine bu kez de ben binmiş, Remzi Efendi’nin yanında Ünye’nin yolunu tutmuştum. Vapurun geleceği gün önceden bilindiği için Ünye’ye iner inmez binmiştim vapura. Ağabeyim Samsun’daydı, vapura beni görmeye gelmişti. İnebolu’ya çıkar çıkmaz, posta arabası sanki beni bekliyordu. Enişte İnebolu’daki arkadaşlarına telgrafla (Onlar makineyle diyorlardı) bildirmişti. Taaa vapura, beni almaya gelmişti bir arkadaşı. (sh. 108)

… Kastamonu’dan Terme’ye dönmüş, döner dönmez de Üçpınar Yaylası’na çıkmıştık. Canım, arada bir sıkıldı mı, Terme’ye babamın yanına iniyor, onunla “bekâr hayatı” yaşıyorduk. (sh. 114) Babam soyca gemici sayılırdı. Büyükbabası Bartınlı zengin bir ailenin üç direkli gemilerinde kaptanlık etmişti. Gemi, Rodos kıyılarında karaya vurup parçalanınca babam, gemiyi de gemiciliği de bırakmış, kolculuğa girmişti, “Düyunu Umumiye”ye. Kısa zamanda da memurluğa yükselmişti. Çatalzeytin’e verilip Bartın’dan ayrılırken de evlenmişti. Çatalzeytin’den Meset’e, Meset’ten de Cide’ye geçmişti. (sh. 115)

Onun Terme’ye gönderilmesi bir bakıma sürgündü. Hak etmediği bir sürgünlük… Olaya, bilir bilmez ben de karıştığım için inanmıyorum onun suçlu olduğuna.(sh. 115) Herkesin birbirinden kuşkulandığı, kimin padişahçı kimin Kemal Paşacı olduğu pek kestirilemeyen Karadeniz kıyılarında, eğer babamı sadece Cide’den alıp Terme’ye vermişlerse ondan hiçbir kuşkuları olmadığındandı. Henüz Canik Dağları’nın eteklerinde Pontusçularbile temizlenmemişti daha… Onu bu dağların eteklerindeki en işlek yer olan Terme’ye göndermezlerdi yoksa. (sh. 116)

Gene de otuz yılını, sevdiği işe bağlamış bir memur, öldürülmek üzere sıtma bölgesine gönderilmemeliydi, derim. Başına geleceği pek iyi bilen babam, Cide’den ayrılırken şöyle demişti arkadaşlarına: “Terme’ye değil, ölmeğe gidiyorum!(sh. 116)

Ünye İskelesi’nde İstanbul’dan gelecek vapuru bekliyordum. Tellâl, Çınarlı Kahve’nin önünde ReşitpaşaVapuru’nun Samsun’dan hareket ettiğini, yolcusu, yükü olanın iskelede hazır olmasını bildirmişti. (sh. 122)

Vapur ikindiye doğru Fener’in uzandığı burundan görünmüştü. Ne vakit uzaktan bir vapurun geldiğini görsem, Coğrafya’daki dizi resimler gelirdi gözümün önüne. Birinci resimde sadece vapurun dumanı görünürdü, ufukta. İkinci resimde direkleriyle bacası seçilirdi, üçüncüde tüm teknesi…

Vapur yaklaştıkça yolcuların gidip gelmeleri bile seziliyordu güvertede. Vapurun başındaki köpükler azala azala birden kaybolmuştu. “Funda” emrini veren kampananın sesini; tatlı bir poyraz, kıyıya kadar getiriyordu. Daha vapur demir atmadan ayrılmışlardı sandallar iskeleden. Vapurun merdiveni çoktan mayna edilmiş, yolcular indirilmeye başlanmıştı. (sh. 122)

Ağabeyim çıkacaktı vapurdan, ondan aldığımız telgrafa göre… Gene de belli olmazdı, yolculuktu bu. Biz Karadenizli olarak vapur yolculuğunun çeşitli cilvelerini görüp öğrenmiştik. Ağabeyim de çıkmazsa kötüye yormamalıydım. Yetişememiş, bilet bulamamış olabilirdi. Koyunlar yer bulurdu bu Karadeniz vapurlarında ama insanlar bulamayabilirlerdi.(sh. 123)

Devam edecek

 

KAYNAKÇA :

2ILGAZ,Rıfat – Sarı Yazma, 3. Basım, Ekim 1990, Çınar Yayınları, İstanbul, 448 sh.

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Rahmetle Anıyoruz…

12 Ekim 2021 okunma
Merhum Yazarımız M. Ufuk Mistepe’nin Ünye’ye dair yazılarını ve makalelerini yazar arşivinden okuyabilirsiniz. Merhum Yazarımızı rahmetle anıyoruz. Mekanı cennet... Devamını Oku

Canik’te İdarî Yapı ve Osmanlı’da Yenileşme Zarureti (1793 – 1851)

10 Temmuz 2020 okunma
Bu makalede Ünye’nin 1790 – 1850’li yıllardaki idarî yapısı, Doç. Dr. Abdullah SAYDAM’ın 33 sayfalık çalışmasına dayanarak, özet olarak aktarılacaktır. Sultan II. Mahmud, saltanatının sonlarına doğru Orta ve Doğu Karadeniz bölgesindeki idarî... Devamını Oku

Araştırmacılık Terimleri

3 Temmuz 2020 okunma
Ünye hakkında araştırma yapanların ve okuyucularımızın, sıkça karşılaştıkları bazı Osmanlıca Tarih Terimleri’nin anlamlarını bilmeleri, yazılanların anlaşılması açısından önemli bir husustur. Bu itibarla başlangıç olarak ehemmiyet arz eden... Devamını Oku

Ünye Mûsikî Tarihinde Ali Riza Sağman

26 Haziran 2020 okunma
‘Ünye Şarkı ve Türküleri’ kitabımda Ünye Mûsikî Tarihi’ne damgasını vurmuş, tespit edebildiğimiz şahsiyetleri kısaca da olsa tanıtmaya çalışmış idim. Aslında her bir musikîşinasın ayrı ayrı ele alınması icap eder. Başlangıç olmak üzere... Devamını Oku

Satıroğulları Ünyeli Müftü Sülâlesi

19 Haziran 2020 okunma
2017 yılında altı bölüm halinde yayımladığımız “Ünye Müftüleri” adlı yazı dizimizde bir müftü sülâlesinin bu tarihçeye damgasını vurduğunu görüyoruz. Ailenin ahvadlarından Satıroğulları ailesi Keşaplı Sokak’tan komşumuz olurlar. ÖZPAKER... Devamını Oku

Ünye Uğrak Vapurlarını Tanıyalım

12 Haziran 2020 okunma
Su buharı gücüyle çalışan gemileri VAPUR olarak adlandırıyoruz. Önceleri yandan çarklı olarak yaşamımıza giren vapurlar daha sonra günümüzün dizel elektrik tahrik sistemi donanımlı enerji tasarrufu sağlayan modellerine erişinceye değin XIX. yüzyılın... Devamını Oku

Ünye Tarihi, M.Ö. XV Bin Yılına Uzanıyor Mu? – I

5 Haziran 2020 okunma
Kelleroğlu M. Bahattin Bey, kaynak belirtmeksizin; “Ünye, Milât’tan 1270 sene evvel vuku bulan Turuva Muharebe-i Meşhuresi’nden sonra, Karadeniz sahilinde tesis edilmiş müstemlekelerden birisi olup, ismi kadimi (One) veyahut (Oney)’dir.” demişti.1 Ünye’de ilk... Devamını Oku

Kimler Geldi Kimler Geçti ?

29 Mayıs 2020 okunma
Ünye ve hinterlandı tarihî seyir içerisinde birçok kavim ve milletlere ev sahipliği yapmıştır. Muhtelif köşe yazılarımızda dile getirdiğimiz bu kitlesel değişimleri bir arada ve kronolojik düzen içerisinde değerlendirmenin daha uygun olacağını... Devamını Oku

Ünye ve Hinterlandında Oğuz – Türkmen Boyları ve Yer Adları

22 Mayıs 2020 okunma
Makalemizin araştırma konusu 24 ana Oğuz boyu ile Oğuz asıllı Türkmen kabilelerinin Ünye ve hinterlandındaki (Ordu, Fatsa, Terme, Akkuş) bazı yerleşim noktalarıdır. Türkmen boy, bölük, uruk (oymak, öz) ve tirelerinin (oba, aile) adlarını Yrd. Doç. Dr. Aydın... Devamını Oku

Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralamasında Ünye ve Ordu

15 Mayıs 2020 okunma
Ulusal düzeyde ekonomik ve sosyal kalkınma yanında, bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesinde ve ülke genelinde dengeli bir kalkınmanın sağlanmasında il ve ilçeler, temel birimler olarak değerlendirilmek durumundadır.1 İlçelerin, illerin ve bölgelerin... Devamını Oku