Yayınlanma Tarihi: 5 Eylül 2013 — okunma
Yazının başlığının, Tolstoy’un aynı adı taşıyan o dev yapıtıyla bir ilgisi yok; konusu dışında… Ortalık savaş tamtamlarıyla, savaş çığırtkanlıklarıyla ve de savaş söylemleriyle böylesine doluyken başka bir şey yazmak, başka bir şey düşünmek ancak dünyanın dışına düşmekle mümkün olabilir. Yani insan ister istemez konunun içinde buluyor kendisini…
Yüzyıllar boyu savaşmış, en ağır yıkımları yaşamış olan insanlık, neden hâlâ savaşmaya can atıyor diye kafa patlatıyorum. Savaşın ne denli korkunç bir vahşet olduğunu anlamak için illa da savaşı yaşamış olmak mı gerekiyor? Yaşanmışlıklardan niçin ders almıyor insanlık âlemi? Savaşlar çıkarıyor; milyonlarca insan ölüyor; çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç… Bir o kadarı daha sakatlanıyor. Şehirler yerle bir olup moloz yığınına dönüşüyor. Yalnızca açlık, işsizlik, hastalık, paramparça olmuş yaşamlar düşüyor hayatta kalanlara…
Sonra savaşın nasıl korkulası bir şey olduğunu anlatan kitaplar yazılıyor. İnsanı insanlığından utandıran, bakmaya dayanamadığımız görüntülerle dolu filmler çekiliyor. Savaşın en kötü hallerini, en acımasız taraflarını, en onur kırıcı, en insanlık dışı durumlarını; en güçlü edebiyatçıların kalemlerinden okuyor, en usta yönetmenlerin bakış açılarından seyrediyoruz. Sonra bunlara ödüller veriyor, savaşı nefretle lanetliyoruz. Daha sonra, aradan insanlık için çok çok çok kısa, insan ömrü için bile kısa denilebilecek bir zaman geçiyor ve sil baştan insanlık âlemi, hiç savaş görmemiş gibi, bu savaşlar hiç yaşanmamış gibi savaş çağrıları yapıyor. Yoksa her yeni doğanla birlikte insanlık sıfırdan mı başlıyor hayata? İnsan gerçekten de söylenildiği gibi “unutan yaratık” mıdır? Dünya cinnet getirdi… ya da cinnet getirenler iktidarı ele geçirdi. Her tarafta kan, acı, gözyaşı, şiddet, öfke, nefret. Sığamadık koskoca gezegene. Habire birbirimizi yiyoruz.
Ya biz? Ülke olarak biz? “Yurtta barış, dünyada barış” değil miydi bizim ilkemiz? Savaşa niye bu kadar hevesliyiz. İç savaşı yaşayan bir komşu ülkeye yardım etmenin savaşsız bir yolu yok mudur? Ayrıca komşu bir ülkenin iç savaşında biz neden taraf oluyoruz? Bir ülkenin iç meselesinde taraf olup onu birincil sorunumuz haline getirmek hangi akla, hangi mantığa uygundur? Evet, Suriye’de de, Mısır’da da, Rojava’da… hiçbir yerde, ama dünyanın hiçbir yerinde insanlar ölmesin! Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençler; hiçkimse işkence görmesin! Elbette savaşa dur densin. Elbette silahlar sussun, ateşkes sağlansın. Bunun için herkes elinden geleni yapsın. Ama bir komşunun iç sorunu, bu ölçüde bizim meselemiz haline gelmemeli. Taraf olmadan yardımcı olmaya çalışmak, daha sağlıklı çözümler üretmemizi sağlamaz mı?
Öte yandan olası bir yabancı askeri müdahalede ölenler yine bu ülkenin insanları olmayacak mı? Sonuçta yine insanlar ölmeyecek mi? Benim taraftarım ölürse iyi, senin taraftarın ölürse kötü mü savaş? Bir de, bu iş için Amerika’yı davet etmek var ki… bu, kelimenin gerçek anlamıyla dünyadan habersiz olmak demektir. Amerika bugüne kadar, müdahale ettiği hangi ülkeye barış, huzur, iyilik getirmiş ki Suriye’ye de getirsin! Bırakın Amerika’yı hangi ülke başka bir ülke için yapmıştır bunu ya da yapar? Bir ülke ancak kendi öz dinamikleriyle var olabilir, hayatta kalabilir.
İç savaş başladığından beri, büyük büyük adamlar, büyük büyük laflar ettiler. Bütün basın-yayın organları onların demeçleriyle dolu. Ülkeler arasındaki ilişkiler kişiler arasındaki ilişkilerden çok da farklı değildir. İki tür ilişkide de aynı temel ilkeler geçerlidir. Bu noktadan hareketle ben şimdi konuyu biraz daha anlaşılır kılmak için başka bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki komşularınızdan birinde çok şiddetli kavgalar var. Gürültüden duramıyorsunuz. Sinirleriniz bozuluyor, çocuklarınız korkudan saklanacak, sinecek köşe bucak arıyor. Şiddet o boyutlara ulaştı ki artık birbirlerinin canına kastediyorlar. Her gün hırgür, her gün kavga dövüş… Duyarlı bir insansanız tepkisiz kalamazsınız; hem kendiniz hem de komşunuz için. Bu durumu düzeltecek bir şeyler yapmalı. Ama ne?
Bunun ne olabileceği konusu uzun uzun düşünüp taşınmayı gerektirir. Ama ne yapılmaması gerektiğini bilmek sanırım herkes için çok daha hayırlı olacaktır. Mesela, komşunuza yardım etmek, onun sorununun çözümüne katkıda bulunmak istiyorsanız bir kere kesinlikle taraflardan birinin yanında yer almamalısınız. Komşunuzun sorununu evinize taşıyıp birincil sorununuz haline getirmemelisiniz. Bir ailenin iç meselesine bu kadar dahil olmamalısınız. Komşunun sorunları yüzünden sinir küpü haline gelip ailedeki bireylerle arayı bozmamalısınız. Üstelik böyle bir durumda taraf olmak, sorunları çözmek şöyle dursun işleri büsbütün karıştıracaktır. Her şeyden önce, kendi aile bireylerinizle aranız açılacak, huzurunuz kalmayacaktır. Ayrıca taraf olmanız taraflar arasındaki çatışmaları şiddetlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Durum buyken komşuya yardım edebilmenin imkânı var mıdır?.. Sorunlarımızı tartışırken ve çözümlemeye çalışırken daha sakin, daha soğukkanlı ve daha saygılı davranmak çözüm için çok daha elverişli bir zemin hazırlamaz mı?
Şimdi tekrar Suriye meselesine dönersek… Ülkeye müdahale etmesi istenen Amerika’nın bugüne kadar müdahale ettiği hiçbir ülkeye yarar sağlamadığı akıldan çıkarılmamalıdır. Çok tekrarlandı ama bir kez de ben yazacağım: Savaş tamtamları çalmayalım! Savaş çığırtkanlığı da yapmayalım! Hangi ülkeden, ulustan, ırktan; hangi dinden, mezhepten, görüşten olursak olalım, barıştan yana duralım. Barış şarkıları söylesin dillerimiz. İnsanlık için, çocuklar için! Evet, çocuklar için… çocuklar için!