Yayınlanma Tarihi: 27 Haziran 2015 — okunma
Saati Geldiğinde En Çok Gözlerinden Çekinirim
İ
N
T
İ
H
A
R………………………………………
SAATİ
GELDİĞİNDE
EN
ÇOK
GÖZLERİNDEN
ÇEKİNİRİM
BENİ
AYAKLARIMDAN
ALIP
GÖTÜRÜR
YOKSUL
BİR
KARINCA
BİR
SALA
KADARDIR
BOYNUMDAKİ
DEHLİZ
GÖZLERİN
ALIR
BENİ
İPTEN
ASILIR
İ
N
T
İ
H
A
R………………………………………
Toplumsal Huzursuzluk Endeksi: Şiirin Yalnızlaştırılması
“Toplumsal huzursuzluk endeksi, şiir okumayanlarınkiyle aynı bence. Liberalizmin ve piyasanın psikolojik güvencesine kanmışların hüsran duygusundan şiir damıtılamıyor ne güzel…”(Fuat ÇİFTÇİ-KARŞI GÖZETİM-ELEŞTİREL GÜNLÜKLER-4,148)
(NOT:Şiir okumayanların estetik huzursuzluğun yanından bile geçmeleri mümkün değil ama imgesel var oluşun kıyısında biraz zihinleri dolaşsaydı neler damıtırlardı kim bilir.Tüketim ekonomisine endeksli piyasacı günlük yaşam içinde sevdiği kızdan ayrılan delikanlının yaşadığı hüsranı toplumsal huzursuzluk endeksine yazarsak şiir kendini damıtma soyluluğun korur elbet.Kısa mesaj aşkları,büyük bono oyunları,pariteler falan yaşadığımız o kadar hüsrana ve batağa rağmen yaşasın mistik açılımlar korosu!Yavaş olun piyano piyano bacaksız geliyor!!!!!)
Gömlekten Kefene
Hayata bakış açımız biraz da giydiklerimizdir. Somut bir durumdan ziyade soyut bir giyinmeden bahsediyorum. Gölgeyi ve sevgiyi, Allah’ı ve değerleri, bakışları ve gözleri, iyiliği ve kötülüğü, unutmayı ve kalleşliği… giyinmek zihnin ve yüreğin sınırsız kılcal damarlarında karmaşık yapımızın bizleri insan kılan ve bu bakımdan sürekli insanlığımızı sınayan kodlardır. Sınamak ve sınanmak başka insanların varlığının gerçekliğinde dengesel bir döngüdür aslında.Diğer öznelerin arasında özne olmaya çalışırken bazen duyguların gömlek zihnin kefen, bazen de zihnin gömlek duyguların kefen olduğunu hissederiz.Ve ne acı takdir ki Allah bizi en çok tanıdıklarımızın yanında en çok sevdiklerimizle sınar: “Gömlekten kefene dünyanın gerçek rengi soğuk beyaz/tene kefeni zamk değil baba nefesi yapıştırabilir ancak!”(ZAMK-SERAP ASLI ARAKLI-ŞİİRİ ÖZLÜYORUM DERGİSİ-MAYIS-HAZİRAN 2015)
“Türkiye’nin Sorunlarıyla Evli Olmak Üzerine”
Murathan Mungan’ın “Güne Söylediklerim” adlı eserini okuduktan sonra -her Mungan eserini okuyup bitirdikten sonra olduğu gibi- akılımın bir yerlerini deşen ve beni zihnen gerilime uğratan cümlelerle yola çıkıp düşüncelerin özgürlüğüne savruluyorum:”Tanpınar “Ne yazık ki bu memleket, kendisinden başka hiçbir şeyle ilgilememize müsaade etmiyor.” der. Ne yazık k, Tanpınar’dan bu yana ülkemizin gündemi pek fazla değişmedi. Ne iş yaparsak yapalım, yine “asıl işimiz, nikâhlı eşimiz” Türkiye’nin sorunları oluyor. Kendi mesleğimiz, temel uğraşımız da dâhil olmak üzer, neredeyse her şeyle ancak metreslik düzeyinde ikincil bir ilişki kurabiliyoruz. Çünkü hepimiz öncelikle Türkiye’nin sorunlarıyla evliyiz.”
Neresinden başlasam bilemiyorum. Bu satırları okuduktan sonra “Ben Türkiye’nin hangi sorunlarıyla evliyim?” diye sordum kendi kendime. Mesleğim ve kişisel uğraşlarım da dâhil olmak üzere onlarla “metreslik ikincil ilişkiler kurma iddiası üzerine temellenmiş bir yaşayış algısı kısır yaşamlarımızı ifade mi ediyor? Her ülke gibi Türkiye’nin sorunları var. Ama esas sorun sanırım, bu sorunları çözmek için her sabah yola çıkmış kul-özne-birey-vatandaşların kendini gerçekleştirmedeki özgür ve öznel tavırlarını sistemin entegre etmeleri. Kendimi nasıl tanımladığımızdan çok sistemler ve düzenler tarafından nasıl tanımlandığımız mı anlatılıyor acaba? Biraz Ortaçağ algısı oluşuyor ama bu senaryo hangi filmi doğurur, bunu bizzat yaşıyoruz.
“Ayakların Üşümesin Diye”
Ali LİDAR’ın mizahı insani olanla harmanlaması şiir evrenine imgesel bir özgünlük katıyor. Siz sözcükleri başka kıyılara sürüklerken Ali Lidar, o sözcükleri çoktan başka kıyılarda gezdirip size sunuyor yüne. Sözcükler alışılmışın dışında ironik yansımalarıyla sizi sözcükleri tebessümün kıyısında insanlık halleriyle buluşturuyor:
“sizin sahil gibi değil buralar her yeri müteahhitler kapmış
inşaat yapıyorlar her boşluğa pazar kuracak yer kalmıyor
bayrammış bak yarın çok mutluymuş türküm diyenler
ama senin ayakların üşüyor nasıl da çaresizim
ılık ılık konuşayım diye sarılıyorum telefona
müteahhidin kepçesi telefon tellerini koparmış
mektup yazsam alevli mürekkepler kullanıp
yazdıklarımı ayaklarına okur musun?”