Yayınlanma Tarihi: 21 Mayıs 2015 — okunma
Zübük’ün renkli yerel söyleyişlerle dolu masalsı bir dili var. Her kitabı okurken olduğu gibi bu kitabı okurken de diline, içeriğine, kahramanlarına dair elbette bir dizi düşünce oluşuyor insanın kafasında. Ancak bu kitapta (okumayanlar için söylüyorum) diğerlerinden farklı olarak yazarın, kitabıyla ilgili yapılabilecek her türlü değerlendirmeyi zaten yapmış olduğunu görüyoruz. Aziz Nesin bu konudaki düşüncelerini, “ilçenin ortaokulunda görevli Almanca öğretmeninin arkadaşına yazdığı mektuplar” biçiminde sunuyor okura. Durum böyle olunca, “söz söylenmez ustanın sözü üstüne” deyip, kendi cümlelerimi bir kenara bırakarak, Nesin’in yapıta konu olan yörenin dili hakkında söylediklerini bu mektuplardan aktarmayı seçiyorum:
“Sözlükleri çok sınırlı, kelime sayıları az ama, bu dilin anlatım gücü çok. Bu az kelimelerle anlatılmayacak hiçbir duygu yok… Kelimeler yan yana geldikçe, dizileri, cümle yapıları değiştikçe, yeni yeni anlamlar kazanıyor. Hepsi de bitek adammış gibi konuşuyor, bir tek üslupla; yalnız ses tonları değişiyor. Buralarını bilmeyen bir şehirli aydın, yüzlerini görmeden bir kapı arkasından onların konuşmalarını dinlese, tek adam konuşuyor sanır. (….) Sövmeleri bol, hele abartmaları…” (….) “Geçen gün, buraya yanımda getirdiğim kitapları karıştırırken, bu kasaba insanlarının hangi dili, kimin dilini konuştuklarını iyice öğrendim. Bu, Evliya Çelebi’nin dili diyorum ben. Bilmem sen ne dersin? Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini yeniden okurken bu kasabadaki Aklı Evvel Bedir Hoca, Tahrirat Kâtibi Rıza Bey, Allah Selamet Versin Murtaza Efendi toplanmış konuşuyorlar sandım. Tıpkı öyle… Yalnız Evliya Çelebi’nin Osmanlıcası gitmiş, dil daha bir arınmış, işte bu… Ama deyimlerden cümle yapısına dek hep o dil… Bu konuşmaların bana yabancı gelmemesi ondanmış.”
Aziz Nesin’in halka ilişkin yargıları da yine bu mektuplarda yer alıyor. Almanca öğretmeninin kaleminden şunları yazıyor Nesin: “Halk bilir diye halkı uyutmuşlar; biz de buna aptalcasına katılmışız.”(….) “İşte bu halka ‘akıllı, bilgili, anlayışlı, sezgili’ diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldatmışlar. Biz de o yalanlara aldanıp körü körüne halk dalkavuğu olmuşuz. Acı gerçekleri öğrensek, öğrenilmeden, eğitilmeden, halkın bilgili, anlayışlı olamayacağını kavrasak, o zaman ne yapmamız gerektiği üzerinde düşüneceğiz. Ama, ‘Halk bilir, anlar’ deyince düşünceye yer kalmıyor artık…”(….) “Halkı daha çok soymak için bizi de kandırmışlar, halk dalkavukluğunu ‘halkçılık’ sanmışız.”
Kitabın özüne, zübüklüğe gelince… Zübük’ün aslında hiç kimseye hiçbir şeyi zorla yaptırmadığı kitabın başından sonuna dek açık seçik vurgulanıyor. Yazar bunu, Zübük tarafından dolandırıldıklarını, kandırıldıklarını iddia eden roman kişilerini bu konuda bizzat konuşturarak yapıyor. Mesela Muhalif Kadir Efendi, “Bu Zübükzade sağu sağlattı, bizi karılar gibi ağlattı. Hayır, bize kimseler etmedi, biz bize ettik… Bilesin, hem de öyle oldu. Elin yaban kopuğunu, ‘Beyim sen şöylesin, beyim sen böylesin’ diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten geçti. Nice yansak yakılsak boş…” derken, Aklı Evvel Bedir Hoca, “Ah bre oğlum, ciğerimiz yanık… Bu Zübükzade alçağından bizim bir çekmediğimiz mi kaldı? Herif bizi eşşek yerine koydu da, hemi de yularsız, palansız güttü. Yok öyle değil, herifin günahını almayayım. Biz herifi, paçasından, yeninden zorla çekip sırtımıza bindirdik. Eşşek bile eşşekken kafasını diker, tepmik atar, çifteler. Biz şu insanlığımızla onu bile yapmadık” diyor. Allahın Kulu İsmail Efendi de diğerleriyle aynı görüşte: “Biz bu püsküllü belayı zorla başımıza aldık. Her ne çektiysek, kendi beyinsizliğimizden. Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir.”
Kitabı okumadan önce Kemal Sunal’ın Zübük filmini izlediyseniz başka bir Zübük tipi hayal etmeniz zor olacaktır kanısındayım; çünkü bu okumada Sunal’ın yüzü, mimikleri ve sesi ister istemez size eşlik edecektir.
İnsanların yalan dolan düzmeye, sonra da bu yalanlara kendilerini de inandırıp başkalarını daha büyük bir şevkle kandırmaya, zübükler yaratıp onları başlarına bela etmeye nasıl da meyilli, nasıl da teşne oldukları herhalde ancak bu kadar çarpıcı bir dille ifade edilebilirdi. Son sözü ustasına bırakıp Aziz Nesin’in kitabın sonlarında zübüklüğe ilişkin yaptığı değerlendirmeden kısa bir alıntıyla noktalayalım yazıyı:
“Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyümezdi. (….) Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. Gerçekte, zübük biziz, benim, sensin… Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğünde bizim de bir parçamız var.”