son haberler

Süt Mısır, Gıcır Köstek, Saklambaç…

Yayınlanma Tarihi: 23 Eylül 2015 okunma

Ertan ALP alpertan2006@hotmail.com

Sokak çocukluk için bir hayat okuludur. Sevginin derinliğinde kavganın acımazlığı, saklambacın gizeminde futbolun gururu, ip atlamanın cimcime yanında tek bacağın çekici kokusu, gazoz kapaklarındaki daha fazla kazanma dürtüsünden yağmurlu mevsimlerde çamura şekil vermenin amatör sanatsallığı… Sokak bütün hareketliliği, sevimli ve katı yanlarıyla okul sıralarında öğrenilen hayat bilgisi dersinin içselleştirildiği bir laboratuardır aslında. Evlerin, odaların yalnızlığının yetmediği zamanlarda sosyal ilişkilerin çekici oyunlarında öğrenmenin ve kendini farkında olmadan eğitmenin teneffüs halidir.

Sokak satıcılarından mahallenin azılı delikanlısına, güzel ve çekici kızların hoş balkonlarından ilk aşkların doğum günü partilerine ruhumuzun damarlarını oluşturan alışkanlıkların toplanma merkezidir. Sokak kalleşliği ve acımazlığı öğretir, sevgiyi ve paylaşmayı da. Sokak dost için kavga etmeyi de öğretir, kirli alışkanlıkların ilk deneyimlerini de. Ama en çok başka insanların gizli ve sıradan görünen yaşamlarını da öğretir bizlere sokak. Onların ellerinden, yüzlerinden ve bin bir hallerinden pek mantıklı ve ayrıntılı çıkarsamalarda bulunmasak da yaptıkları iş ve bakışlarındaki insani öz bizi daha çok çeker sokağa ve sokağın insanı değiştiren o büyülü yanına.

Sokak deyince aklımıza hep çocukluğumuzun o kıpır kıpır ve unutulmaz halleri gelir. Yetişkinliğin ve yaşlılığın dingin denizinde bir dinlenme veya mola hali aranırken sokakta çocukluğun elle tutulamaz devingenliğinde oyun ve küçük siyasetlerin üretim alanıdır kirli veya temiz her bir sokak. Günümüz yüksek yalnızlık ve teknolojik çağında her ne kadar sokak artık değerlerin ve yaşamın üretildiği bir alandan yavaş yavaş teknolojik ürünlerin oyun sahası haline gelse de gerçek yaşamın iliklerine kadar teneffüs edildiği zamanlar da yok değil elbette. Evet, çocuklar sokakta eskisi gibi mahalle maçı yapmıyor, saklambaç oynamıyor, bisiklet sürmüyor, erkekler kızlarla ip atlayıp tek bacak oynamıyor, bekli çok az çocuk masanın kemerini aşırarak acımasız yağlı kayış oynamıyor, para biriktirip sokak satıcılarından-ki onlar da tükendi kısmen- sütlü mısır, leblebi veya keçiboynuzu almıyor. Büyük kentlerin mega gelişmişliğinde oyunların alışveriş merkezlerinin kapalı kutularına hapsedilirken köy ve kasabalarda çocukluğun nabzını tutmak hala mümkünse de insandan öğrenilen ve tüm zıtlıklarıyla çocuğun değerler evrenini oluşturan bu alan yerini yavaş yavaş bireyciliğin ve tüketimin öğrenildiği cazibe merkezlerine gitme isteğiyle kendine yabancılaşma sürecinin yoluna doğru küçülüyor.

X veya Y kuşağı çocuklar bilir mi bilmem ama yaşamın nabzını ve insanın üretim içindeki doğal oluş halinin çocukça mantığını biz sokağın ürettiği ve bizlere ulaştırdığı nice insandan öğrendik. Yaz ayları mısırın bol olduğu zamanlarda her öğlen geçen üstü fakir işi elbiselerle sokağımızdan geçen yaşlı teyzeyi ve onun çocuklara karşı gösterdiği Adile Naşitvari ilgiyi hiç unutamıyorum mesela. O kadar zaman geçtikten sonra, o kadar deneyim yaşadıktan sonra bu sahnenin sokak deyince gözümün önüne gelen ilk sahne oluşu sanırım yaşadığımız evrenin ekonomik boyutuyla ilgili. Çocukluk haliyle cebimizde para olmasa da peşinden koşup ona yetişmek bir yarıştı aramızda. Köşedeki iğde ağacının gölgesinde soluk alma ve su içme molasını fırsat bilerek yanına utangaç bir şekilde yaklaşıp birisinin mısır alıp o güzelim altın tanelerini görme coşkusu merakımızı tetiklerdi her an. Kapak açıldığında ciğerlerimize dolan o doğal ve saf kokuya ulaşma isteği çocukluğun ekonomiyle ilk karşılaşmasıydı aslında. Eve mısır girmesi önemli değildi, ocakta bir güzel kaynatılması da. Önemli olan sokağın çekiciliğinde kendini bulan o taze deneyimi tekrar tekrar yaşamaktı. Mısırın kendisine ulaşmasak da parayı verenin düdüğü çaldığı kapitalist düzende para olmadığı için düdüğün çalınamayacağını da böylece öğrenmiş oluyorduk. Hani Orhan Veli’nin bir şiirinde bahsettiği “sokak kedisi, ciğerci kedisi” gibi. Mısırın öğrenilmiş çaresizliğinde debelenirken küçük kardeşim mısır suyuyla ödüllendirilirdi nefsi tatmin olsun diye. Güleç yüzü, pamuk gibi elleri, her zaman parlayan gözleri ve o çekici sesiyle mahallemizden her geçtiğinde büyük bir heyecanlar ardından koşmak ya fakirliğin bir alametiydi ya da aç gözlülüğün. Bunları muhakeme edecek yaşta olmadığımız için yaşamın bize bu gizemi çok sonraları öğreteceği kesindi ama. Mısırın kendisini yemek yerine bir bardak mısır suyuna talim eden kardeşimin “çalışan kazanır elması kızarır“ı daha öğrenmediği çağda “peynir ekmek değil ama acı suyun bedava” olduğunu öğrenmek benim için biraz daha zaman alacaktı.

Gıcır köstek ütmek, patlak top karşılığı bir tane keçiboynuzu veya bir avuç leblebi kazanmak üretim ilişkilerindeki o sınıfsal ayrımları ilk öğrendiğimiz zamanlarmış arkaya dönüp baktığımda. Mahalle mahalle dolaşıp patlak veya yırtık top arayarak bir gün geçirip üstüne bir de bunun savaşımını vermek hep bir tane keçiboynuzu ve bir avuç leblebi içindi. Keçiboynuzunu pek hatırlamıyorum ama leblebi almanın kolay olduğu zamanlarda bu maceraya atılmak yeni nesil teknolojik aletlerin öğretemeyeceği yalın gerçekliğin ve bazen de acımasız sokak kanunlarından sadece birkaçıdır.Öyle net hatırlıyorum ki yırtık veya patlak top karşılığı alacağımız leblebi çok olsun kardeşim veya küçük çocuklar değil,eli ve avucu daha geniş çocuklar seçilirdi daha fazla leblebi yiyelim diye.Kimi zaman şirketleşmeyle kimi zaman da kaçak göçek yapılan bu sinsi oyunun hikmetini şimdi daha iyi anlıyorum.

Çocukluk, benliğimizi ve kişiliğimiz oluşturduğumuz, derin ve kalıcı anıların kodlanmaya başladığı öğrenmenin en hızlı zamanlarıdır. Paylaşma ve sevgi kadar acımasızlığın ve kavganın da öğrenildiği bu üretim ilişkileri laboratuarında herkes babasının parasına ve mayasına göre çocuktur. Gıcır köstek ütmek için iki şeye ihtiyaç vardır aslında: Para ve biraz da yetenek. Yeteneğin sınanmadığı, değerlerin deneyimlenerek oluşturulmadığı paranın her şeyi alma gücü olarak öğretildiği zamanlardan geçiyoruz. Sokağın ve oyunun üretemediği ve çocukta kalıcı kılamadığı yetenekleri televizyonlarda keşfediyor ve reklam aracı haline getiriyoruz. Yüksek teknolojik ürünlerin bağımlısı haline gelme yolundan yürüyen insanların çocuklarının ellerinde bugünlerde daha çok akıllı aletler, zihinlerinde de gösteri çağının reklamlarında karşılarına çıkan tüketim nesneleri var.

Eğer çocuğunuz sizinle üretici etkinliler yapmaktan ziyade yalnızlaştıran ve uyuşturan teknolojiye bağımlı hale gelmişse, kusura bakmayı ama suç önce anne ve babaların. Teknolojiyi üretici etkinlikler için bir araç haline getirmek başka şey, onu zamanın ve mekânın merkezinde tek yönlü algılayıp beyni kısırlaştırmak başka şeydir. Sokağı ve yaşamı okumak kadar deneyimlemek de önemlidir. Yaşamın içinden geçmeyen çocuk ne insanları öğrenir ne de edebiyatı sever. Şimdiki zamanlarda sıkça duyduğumuz “Çocuğum okumuyor!” serzenişinin temelinde yaşamı daha çocukluktan beri ciğerlerine çekmeyi bilmeyen çocukların insanları, olguları, deneyimleri, ilişkileri, fırsatları, duyguları, düşünceleri öğrenecek kadar soluk almadıkları olabilir mi? Yaşamın gizinden ve büyüsünden tat ve zevk almayı bilmeyen çocuktan şiire, romana veya öyküye sarılmasını beklemeyin. Orhan Kemal’in “Çikolata” öyküsündeki çocukların yaşam içindeki varlıklarını okumak için önce sokaklarda bir hiç uğruna ölen veya çikolata kabı yalayan çocukları gösterin onlara. Evet, hayat çocuklar için pembe bir rüyadır fakat tek boyutlu ve sıradan değildir. Sonra öykünün tamamını okuyun çocuklarına ve vicdanlarına seslenin. Boş çikolata kaplarını yalattırın sonra, ötekini anlamayı ve sevmeyi öğretin. Mutlu ve huzurlu bayramlar…

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Gökhan Akçiçek’in “Patiska”sından Gül Uğultuları-5

24 Şubat 2017 okunma
XXIII.Patiska,bir babanın daha sonra uçup gitmiş bir öpücüğünün tende uyumasıdır. Baba,ömrün yitiği ise anne bu yitiğin ömür mersiyesidir.Bütün yitikler bir güzü çağrıştırır şaire.Baba giderse sözcüklerin omurgası düşer,giden anne ise eğer... Devamını Oku

Gökhan Akçiçek’in “Patiska”Sından Gül Uğultuları-4

3 Şubat 2017 okunma
XXI.Patiska,bir aile fotoğrafında kardeşini yitiren şiirdir. Akçiçek,kardeş sevgisini varlığının oluşturduğu şiirsel gömleği şiirlerine giydiren ender şairlerdendir.Acıyı şiirin ontolojik sorunlarından ve gerçekliklerinden biri haline getiren... Devamını Oku

Gökhan Akçiçek’in “Patiska”Sından Gül Uğultuları-3

30 Ocak 2017 okunma
XVII.Patiska,yitirdiklerimizin aynasında varlığımıza varlık katan geçmişin anne ve kardeş yüzüdür. Aslında o tükenmez “Şairin hayatı şiire dahil.” sözünün en gerçekçi imgelerinden birini oluşturur Akçiçek.Geçmişin tortusu,kendi... Devamını Oku

GÖKHAN AKÇİÇEK’İN “PATİSKA”SINDAN GÜL UĞULTULARI-2

20 Ocak 2017 okunma
XI.Patiska,doğayı anlamaya çağıran bir şairin gül uğultusundaki dildir. Uğultu belirsiz ve gizemlidir.Yaşanılan gerçekliği tam olarak anlamlandıramamamın yarım sesidir.Onun şiirinde bazen insanlar da uğultuludur.İçimizde edindikleri yer,öznenin... Devamını Oku

GÖKHAN AKÇİÇEK’İN “PATİSKA”SINDAN GÜL UĞULTULARI

13 Ocak 2017 okunma
I.Patiska,sevgilinin “saçlarına dadanan kırlangıç sürüsü”dür. Anıların bireyin iç dünyasında oluşturduğu dinginlik hali…Sevgilinin yaşamı,zamanı ve mekanı güzelleştirme şarkısı…Tematik anlamda yaşadığı ve şiirinin iç... Devamını Oku

ÇOCUKLAR KANAMASIN ALLAH’IM…!

30 Aralık 2016 okunma
Hangi kandan olup olmadığınız kana yüklediğiniz değerlerle doğru orantılıdır… kan ağlamak kan akıtmak kan akmak kan alacak damarı bilmek kan başına çıkmak kan beynine sıçramak kan boğmak kan çekmek kan çıkmak kan dere gibi akmak kan gelmek kan... Devamını Oku

Gençliğin Şiir Algısı Bağlamında Hızla Kana Karışan Bir Seçki:”Gece Uçuşları”-2

30 Kasım 2016 okunma
İshak Reyna, çağdaş şiirin birikimlerini gençler için toplumsallaştırmaya çalışırken özellikle zamanının büyük bir bölümünü okul tipi öğrenme süreçlerinde geçiren gençlerimizin okulda edinemedikleri şiir okuma ve şiir kültürü edinme... Devamını Oku

GENÇLİĞİN ŞİİR ALGISI BAĞLAMINDA HIZLA KANA KARIŞAN BİR SEÇKİ:”GECE UÇUŞLARI”

28 Ekim 2016 okunma
Modern tüketim toplumlarının en gizli öznesi günümüz gençliğinin farklı toplumsal sınıflarda oluşturduğu kültür algısı şiiri nerede konumlandırıyor?Eğer kültürel bağlamda bir post-modernizmden bahsedilecekse modern bireyini dahi bir sanat algısı ve... Devamını Oku

Bakış Dışı

14 Ekim 2016 okunma
tek göz gerçekleri görürü iki göz yalanları bir gözümü çıkardım rüyaya dalmak için ölürken bir gözümü ekledim sancılı yüreğime başka gözler de düştü oradan buradan gözlerimin içine göz okyanus,göz uzak denizleri sessizliğimizin en çok seni... Devamını Oku

Şiir Günlüklerinden-27

7 Ekim 2016 okunma
Temiz Sığınak “Gidin ölüme dek şiirler okuyun.Çünkü temiz kalacağınız başka bir olanağınız yok.”(Şükrü Erbaş) “Şiir Bizde Olandır…” Bugün okula yeni başlayan 9. sınıf öğrencilerine Behçet Necatigil’in... Devamını Oku