Yayınlanma Tarihi: 10 Kasım 2017 — okunma
Ünye’de geçirdiğimiz pek güzel bir gecenin hâtırasını unutmak imkânı yoktur. Karadeniz’den gelen sâf rüzgârı teneffüs ederek, karşıdaki dağların arasındaki beşiğinden çıkıyor zannedilen dolunay şeklindeki ayın doğuşunu seyretmek, bize hayatımızın en hoş ve tatlı saatlerini yaşatmıştı. (sh. 280)3
Ünye’nin kurulu olduğu yer aslında, pek güzeldi. Fakat, bu Temmuz gecesi, berrak ve lekesiz yüzü, parlak yıldızları, bir bâkire kadar güzel ayıyla Ünye’ye başka ve hepsinden daha ayrı bir güzellik vermişti ve ruhlar bu lekesiz güzelliği damla damla emerek sarhoş oluyor, sanki varlıklar maddî âlemden kopuyordu. Şehrin arkasında özel olarak yapılmış birer istihkâm şeklinde yükselen tepelerin ise bu gece Ünye’ye karşı başka bir koruyucu tavrı, başka bir âşıkça anlamı vardı. Bu güzel ve asil dağların Ünye’ye, bütün Karadeniz’e bekçilik ve nöbetçilik ettikleri zannolunurdu. Bu gecenin, kalbe ve ruha verdiği teselli ve dinçlikle girdiğimiz yataklardan, sabahleyin kalkarken, maddî ve manevî hiçbir yorgunluk eseri duymuyorduk.(sh. 280)3
Ünye: Geçmişi ve şimdiki durumu, Belediyye, genel görünüş. Hükûmet konağı. Hapishâne, askerlik dâiresi. Mektebbinâsı. Yüz dört öğrenciye haftada otuz saat derse bir öğretmen. Çocuklara küçük bir imtihân. Câvid Bey’in nutku ve etkileri. Halk arasında birlik ve iyi geçinme. Samsun’dan Ünye’ye kadar yüz kilometrelik yol. Gül Cemâl Vapuru.(sh. 281)3
ERZURUM, 01 Ağustos 1911[02 Ramazân 1329 hicrî (26 Ağustos 1911 milâdî) tarihli Tanîn Gazetesi’nde “Samsun’dan – Trabzon’a” başlığı altında yayımlanmıştır.]: 17 Temmuz Pazarertesi günü sabahleyin Ünye’yi dolaşmaya başladık. Ünye’nin mahalleleri arasındaki sokakları o kadar düzenli değilse de aşağıda çarşı tarafı iyice idi. Ünye’de pek güzel binâlar, çarşısında düzenli ve büyük dükkânlar, mağazalar görülüyordu. Halkın yüzlerinde çoğunlukla zekâ ışığı parlıyordu.
Ünye’nin gerçekten iftihâr edebileceği bir geçmişi vardı. Bu geçmişin en parlak bir görünüşü ise gemicilikti. Bundan kırk – elli sene öncesine kadar Ünye halkı gemilerle bütün Karadeniz’i dolaşırlar ve ticâretle uğraşırlardı. Fakat, üzüntü ile belirtmek gerekir ki sonra uygarlıkta rüzgârın, ba’zân insanların hükmüne boyun eğmeyen kuvveti yerine koydukları yeni kuvvetlerden faydalanamamak, bütün Karadeniz sâhili halkında, pek kabiliyetli oldukları gemicilik hayâtını söndürmüş ve buralarda yavaş yavaş fakirlik ve sefâlet başlamıştı.(sh. 281)3
Senede dört – beş yüz lira arasında geliri olan Ünye Belediyesi’nin de bütün arkadaşları gibi şehirde bir çalışma yaptığı yoktur. Bütünüyle sokaklar pistir. Gerçi bugün, biraz fazlaca ilgi eseri görülüyorsa da ben bunun sebebini anlamakta gecikmedim. Bu dikkatli çalışmanın, misâfirlerin şerefine yapıldığını anlamak için düşünmeye gerek yoktur.
Ünye’de ba’zı güzel binâlar olduğunu söylemiştim, fakat üzüntüyle belirtmek gerekir, resmî dâireler bu sıfatın dışındadır. Hükûmet dairesi, onun şeref ve haysiyetiyle uygun olmaması bir tarafa, oturulacak bir durumda değildir. Böyle güzel ve bayındır bir şehirde böyle hükûmet konağı, güyâ tam bir mahcûbiyyetle, size karşı ağlıyor gibidir. Hele, hükûmetin arka tarafındakihapishâneyi görmek, ziyâretçileri hayretten üzüntüye sevkeder. Bu hapishâne, Terme’dekinden daha kötü bahtlıdır. Benim gezdiğim gün, hapishânede bulunanların sayısı az değildi. Bunlar, altında lâğımlar akan bu dar ve karanlık sefâlet yerinde, balık istifi olmuşlardı. Zavallılar, her an bir ma’nevîimdâd ve ilâhî bir yardım bekliyorlar gibi sabırla, kendilerini teslim etmiş, oturuyorlardı. Bu hapishâneler; insân ruhunu, medeniyyet ruhunu ve adâleti kanatan sefâlethâneler, bizim hükûmetimiz ve memleketimiz için büyük birer lekedir. Bunların içine düşüp, birkaç ay kalan Osmanlılar (sh. 281)için artık sağlık, hayât yoktur.Bu zavallılar, hapishâne denilen bu yerlerden yalnız ma’nen değil, maddeten de ölmüş, bitmiş bir durumda çıkarlar ve toprağın altına girinceye kadar memleketin bünyesini kemiren bir kurt hâlinde yaşarlar. Bu zavallılar, ne kadar merhamete değer! (sh. 282)
Askerlik dâiresi ile diğer ba’zı resmî binâlar da hükûmetten iyi bir durumda değildi. Bunların arasında Ünye’nin haklı olarak iftihâr edebileceği bir yer varsa, o da rüşdî-ibtidâî mektebidir (Rüşdî ilkokul, ibtidâî ortaokul, Rüşdî-ibtidâî mektebi, ilkokul sınıflarına da sahib olan ortaokuldur – şimdiki ilköğretim okulları). Ben şimdiye kadar kazâ merkezlerinde bundan güzel ve düzenli bir okul binâsı göremedim. Bundan dolayı, bizim için bu okuldan memnun olmamak mümkün değildi.
Fakat, biraz inceleme yapıp da gerçeği görünce memnûniyyet derhâl yerini üzüntüye bıraktı. Yüz dört öğrencisi olan ve üç sınıfa bölünmüş bulunan rüşdîyyenin yalnız bir öğretmeni vardı. Bu öğretmen ne kadar güçlü, becerikli ve çalışkan bir kimse olsa, yine bir inşandan başka bir şey olamazdı. Üç sınıfa, hergün, dörder sâat ders okutmayı bir adamın başaramıyacağını, bunun hayâl olduğunu, acaba MaârifNezâreti anlamıyor muydu? Anlıyorsa, ne için son zamanlarda diğer öğretmeni kaldırıyordu; MaârifNezâreti’nin bunu anlayıp anlamadığını karanlık bir esrâr içinde keşfetmek ve çıkarmak, benim için mümkün olamadı! Bununla birlikte, zavallı okul âdetâ cömert, iyiliksever ve gayretli kimselere keşkül açmış, ba’zı saygıdeğer kimseler, bir kısım dersleri üstlerine almış, karşılıksız ders veriyorlar. Bereket versin ki okul öğretmeni, MaârifNezâreti kadar gayretsiz değil. Bu kimsenin, gerçekten çalışkan ve bunun için saygıya değer bir kimse olduğunu öğrencisi isbât etti. Ta’til zamanı olmasına rağmen öğrenciden ba’zıları okula gelmişlerdi. Câvid Bey, çeşitli derslerden sorduğu sorulara pek güzel cevâblar aldı. Meşrûtiyyetin ilânından beri sekiz – on nâzır(bakan) değiştirmekten başka hiçbir varlık ve meziyet gösteremeyen Maârif-i UmûmiyyeNezâreti’nin(şimdiki Millî Eğitim Bakanlığı), beceriksizlik ve düzensizliğinin, memleketimize ne kadar pahalıya oturduğunu, buna karşı hergün neler kaybetmekte olduğumuzu düşünerek, okulu terkettim. (sh. 282)
Ünye’de halk, maârifeheyecânla ilgi duyuyor. Buna, rüşdîyyede yüzden fazla öğrenci bulunması da bir şâhiddir. Fakat, zavallı halk, ne yapacağını, çocuklarını nerede okutacağını bilemiyor. Henüz, kendisinde özel olarak teşebbüse geçme kuvvetini de duyamıyor. Bundan dolayı, bütün samîmîkalble, mekteb, maârif diye feryâd ettiği hâlde, onu bulamıyor ve geçmişin boyunduruğundan yakasını kurtararak, geleceğe doğru, serbest ve metîn adımlarla yürüyemiyor.
Câvid Bey, Ünye’de de büyük bir kalabalık önünde, bir sâatdevâm eden bir nutuk verdi. Bunda, özellikle dinleyicilere, memleketlerinin geçmişte ticârettesâhib olduğu önemden, gemicilikten ve bunun gerilemesinin sonuçlarından, maâriften ve meşrutiyetten, vatanı ancak birlikte kurtarabileceğimizden, uzun uzadıya (sh. 282) kendisine has bir hatiplik sanatıyla bahsetti ve pek samîmî bir şekilde, birçok def’a alkışlandı. (sh. 283)
Şimdiye kadar uğradığımız diğer yerlerde olduğu gibi Ünye’de de en fazla memnûniyyet ve iftihâr verici taraf, unsurlar arasında yürürlükte olan iyi geçinme ve birliktir. Hele Ermenilerle İslâmlar, vatandaşca, kardeşçe geçinmektedirler.Hattâ, Ünye İttihâd ve Terakkî Kulübü’nün başkanı, Ermeni vatandaşlarımızdan bir kimsedir. Bu durumlar, ba’zı gözlemlerin, insana zorunlu olarak verdiği üzüntüyü ortadan kaldırıyor ve kalbi, gelecek hakkında ümîdlerle dolduruyor. (sh. 283)3
Devam edecek
KAYNAKÇA :
3ŞERÎF, Ahmet –Anadolu’da Tanîn, Haz. BÖREKÇİ, Mehmet Çetin – I. Cilt, TTK Yy. II. Dizi – Sayı: 34, 1999, Ankara, 536 sayfa, Ünye Pasajları: 267, 273, 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 286, 287, 290. sayfalar.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.