Yayınlanma Tarihi: 24 Haziran 2016 — okunma
Ünye medreselerinde yetişen talebeler Recep, Şaban, Ramazan aylarında ülkenin dört bir yanına, en küçük köylere kadar dağılırlardı. Talebeler köylerde namaz kıldırıp vaaz vererek bir tür öğrencilik stajı yaparlardı. Gittikleri câmiler vasıtasıyla medresedeki bilgiyi ve Osmanlı Devleti’ndeki gelişmeleri bu vasıtayla memleketin en ücra köşelerine kadar ulaştırıyorlardı. Medrese, hocası, okulu bulunmayan en küçük ve uzak köylerde etkisini bu yaygın eğitim yoluyla duyururdu. Nüfusunun yüzde 80’inin köylerde olduğu Ünye’nin bu talebeleri Devlet-i Âliyye’de gelişen olayları köylerine götürerek haber verirler ve stajlarını yaparlardı.10
Öyle anlaşılıyor ki Osmanlı Devleti, Hıristiyanlar’ın Kızılbaşlık üzerinde adât ve âyinlerinde Hıristiyanlığın tesiri olduğunu düşünerek bu bölgelerde eğitime daha fazla önem vermiş ve Ünye gibi gayrimüslimlerin bulunduğu yerlerde okul sayısını arttırmıştır. Bu dönemde özellikle misyonerlik faaliyetlerinin artış göstermesi de bu tür kararların alınmasında etkili olmuştur. İrene Melikoff, “Bektaşîlik, Hıristiyan çevreye yerleştiği zaman, bu öğeleri sindirebilmiştir” demektedir (Melikoff, 2009: 68).4
Meşrutiyet’in ilânından sonra yapılan incelemede bölgede Ortodokslar’ın her tarafta var oldukları, her köye papaz gönderdikleri, kilise ve manastırlarının faaliyette olduğu, buna karşılık İslâmiyet’i halka telkin edecek en ilkel bir kurumun bile olmadığı, birçok yerde hoca ve imamların bulunmadığı ifade edilmiştir (Batuk ve Turan, 2005: 316). Dolayısıyla Osmanlı Devleti hem “Kızılbaşlık” hem de misyonerlik faaliyetlerine karşı eğitim politikasına yön vermiş, bu inançların yayılma bölgelerinde okulların açılmasına önem vermiştir. Böylelikle hem İslâm’a aykırı kabul edilen “Kızılbaşlık” inancı ve âdetleri silinecek hem de misyonerlik hareketlerinin önüne geçilecektir.4
Kızılbaş gruplar misyoner faaliyetlere karşı daha savunmasız bir konumdaydı. Bunun önüne geçebilmenin yollarından birisi olarak merkezî yönetim çözümü ya bu grupları Sünnîliğe ısındırmak veya Sünnîliği bu gruplar arasında yaymakta buldu. Sünnîliğin Kızılbaş grupların arasında nasıl yayılacağını takip edebilmek hususunda birbirini tamamlayan hem yerel hem de genel siyasî argümanlar geliştirildi. II. Abdülhamid idaresinin Kızılbaş halkı dinî açıdan ıslah edebilmek için geliştirdiği önemli enstrümanlar; câmi, mescit, tekke, mektep ve medrese inşâsı, asker alımı, Kur’ân-ı Kerîm dağıtılması (BOA. Y. PRK. BŞK.19/27), müftü, Nakşî ve Mevlevî şeyhlerin bölgede görevlendirilmesi ve başka yerlerden nüfus sevkinden ibarettir.12
Osmanlı Devleti’nin varlığına yönelik tehditlerden hiçbiri, uzun vadede misyonerlerin faaliyetlerinden daha tehlikeli olmadı. Asker, diplomat, tüccarların yarattığı tehdidin yaşanan zamanla ve yerle ilgisi vardı. Misyonerler ise okullar aracılığıyla gelecek için büyük bir tehdit oluşturuyordu. İşte bu tehditten dolayı marjinal unsurları Sünnîliğe yaklaştırmak veya mümkünse Sünnîleştirmek çabaları, misyonerlerin varlığı ve faaliyetlerine bir tepki olarak tasarlanmıştır (Deringil, 2014:127).12
Osmanlı merkezî yönetimi, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu grupları tam anlamıyla kendisine bağlı hale getirmek için sistemli programlarla eğitmen devlete dönüştü. Eğitim sisteminde uygulanan bu politikadan beklenen, kendi halkları arasında aidiyet duygusunu güçlendirmekti. İşte az da farklı etnik gruplar arasında devlete aidiyet duygusunu yerleştirmeyi bu politikalar amaçlamıştır (Deringil, 2014:122).12
Sünnîleştirmenin en önemli ayağı eğitimdi. Halka eğitim vermek için tesis edilen okullar aslında tıpkı medreseler gibi Sünnî bir ideolojinin temsilcisi şeklinde hareket etmiş ve diğer taraftan bölge halkı da bu kurumların niyetini böyle algılamıştı.12
Karadeniz’in iç orta kesimlerinde Zile’deki (Acısu, Üçkaya ve Karşıpınar Köyleri) Türkmen Beydili Aşireti’nden Anşa Bacılıların durumu farklılık arz eder. Osmanlı Devleti Sünnîleştirme politikaları çerçevesinde Hubyar Ocağı’nın başına Nakşî şeyhlerini getirmiş, Hubyar Tekkesi bir medreseye dönüştürülmüş, süreç içinde Hubyar Dedeleri temel Kızılbaş inanç ve uygulamalarını bir yana bırakıp Kur’an okumaya, cenazeleri Kur’an okuyarak kaldırmaya başlamıştı. Bunun üzerine Veli Baba Kızılbaş değerleri koruyamadıkları ve Sünnîleştikleri gerekçesiyle Hubyar Ocağı’ndan ayrılmış ve kendi ocaklığını ilân etmiştir. 1860’larda ölümünün ardından ise yerine Anşa Bacı geçmiş ve ocağı güçlendirmiş etrafına epey bir kitleyi toplamıştır.13
Anadolu’nun farklı yörelerindeki Kızılbaşlar için eğitim yoluyla Sünnîleştirme politikaları uygulanmıştır. Zira, XVIII ve XIX. yüzyıl, Sünnîleştirme politikalarının bir parçası olmak üzere pek çok Kızılbaş ve Bektaşî tekkesinin kapatılması ya da tekkelerin başına Nakşî şeyhlerin geçmesi, tekkelerin Sünnî geleneğin öğretildiği medreselere dönüştürülmesi süreçlerine şahitlik etmiştir. Başka bir belgede yine Anşa Bacılılar’ın eğitim yoluyla Sünnîleştirilmesi gerektiği yönünde bilgiler yer almaktadır. İnanç ve kan akrabalığına dayalı, kapalı bir topluluk olma özelliğini taşıyan Anşa Bacılılar, Hubyar Ocağı’ndan ayrılıp kendi ocaklarını ihdas etmeleriyle birlikte merkezî kurumsal otorite tarafından ötekileştirilmiştir. Merkezî kurumsal otoritenin söz konusu topluluğu ötekileştirmesi, onları Sünnîleştirememesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Çünkü Anşa Bacılılar, merkezî otoriteye boğun eğmemişler, medrese eğitimine tâbi tutulan Hubyar Dedeleri’ni merkezî otoritenin temsilcisi olarak kabul etmişler; “korunmak” amacıyla ayrı bir ocak kurmuşlardır. Anşa Bacılılar’ın bizzat Osmanlı hükûmeti tarafından Mazdekîlik, İran taraftarlığı, sapkınlıkla suçlandığını, aynı zamanda karizmatik şahsiyetlerinin sıklıkla tahkikata uğradığını, sürgün edildiğini hem kurumsal ve yazılı geleneğin hâfızasından süzülen verilerden hem de sözlü geleneğin hâfızasından gelen verilerden anlamaktayız.13
Netice olarak Çepni Türkmenlerinin Anadolu’daki iskânının, 1071 yılında yapılan Malazgirt Savaşı ile başladığı anlaşılmaktadır. Savaştan sonra yönlerini Anadolu’nun kuzeyine döndürmüş, yüzyıllarca süren mücadele sonucunda Sivas’tan başlayarak bütün Orta Karadeniz Bölgesi’ni fethetmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin çöküşü sırasında da topraklarını korurken imkânsızlıklar içerisinde göğüslerini siper etmişlerdir. Kurtuluş Savaşı sırasında Giresunlu Osman Ağa öncülüğünde cepheden cepheye koşmuşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda birinci derecede rol almışlardır. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hemen her kademesinde görev yapmanın mutluluğunu yaşamaktadırlar.5
Yavuz Selim döneminde Safevî Devleti’nin yol açtığı sıkıntılar yüzünden başlayan sert ve müsamahasız politikaları ayrı ele almak lâzım. Çünkü burada problem tamamen siyasaldır ve Osmanlı Devleti’nin kendini emniyete alma endişesi söz konusudur. Daha sonra Kanunî dönemi ve sonrasında ise yine Safevîler yüzünden Alevîlere sıkı denetim ve açık bir Sünnîleştirme politikası uygulanmıştır. Bunu arşiv kaynaklarından görebiliyoruz. Ama sonraki yüzyıllarda Osmanlı yönetiminin programlı bir Sünnîleştirme politikası uyguladığına dair elimizde veri yoktur. Tam tersine Alevî ve Bektaşî tekkeleri varlıklarını Cumhuriyet Dönemi’ne dek sürdürdükleri gibi hattâ vakıfları korunmuş ve vergi muafiyeti hep süregelmiştir.16
Alevîliğe, Bektaşîliğe daha kapsamlı yasaklama ve tasfiye girişimi Cumhuriyet’le birlikte Kemalist Hareket tarafından yapılmıştır.21 Osmanlı döneminde tekkeler, gitgide, çalışmaksızın tevekkül felsefesini işleyen yerler haline dönüşmüştü; halbuki insanları daha yaşarken dünyadan uzaklaştırıp onları uhrevî âleme çekmek, çağdaş yaşam ile bağdaşamazdı.23
Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyor; çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyordu. Türbeler ise türbedarlar eliyle ölmüş kişilerin manevî varlığından çıkar sağlamaya çalışılan, çalışmaksızın onlardan medet umulan odaklar haline getirilmişti. Ayrıca tekke ve zaviyelerin başında bulunanlar siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek masum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.23
Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925′te kabul edilen bir yasayla tekke, zâviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı.23
Devam edecek
KAYNAKÇA :
4 SELÇUK, Doç. Dr. Hava – XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Alevî Toplumuna Bakışı (Ordu Örneği), Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011/59, sh. 71 – 90. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/474/465
5 DEMİR, Prof. Dr. Necati – Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde Çepni Türkmenleri ile Güvenç Abdal Ocağı’nın Kuruluşu, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2012/63, sh. 77 – 110. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/141/134
10 KARAYALMAN, Mehmet – Ünye Sadullah Bey Medresesi, Ünye Kent Gazetesi, 18 Haziran 2011. http://www.unyekent.com/konu/303/unye-sadullah-bey-medresesi-mehmet-karayalman
12 GÜL, Dr. Abdulkadir – Osmanlı İdaresinin Kızılbaşlığa Yönelik Tutumu (Dersim Sancağı Örneği), International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/9, Summer 2015, sh. 213 – 228.
13 SELÇUK, Yrd. Doç. Dr. Ali – Merkezî Kurumsal Otoritenin Ötekileştirdiği Bir Topluluk : Anşa Bacılılar, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, 2012/61, sh. 169 – 186.
16 BAŞARAN, Ezgi – İktidar Alevîlerle İlgili Samimi ama Sünnî Hegemonya Altında (Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’la söyleşi), Radikal, 04.11.2013, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi-basaran/iktidar-alevilerle-ilgili-samimi-ama-sunni-hegemonya-altinda-1158813/
21 KARMATİ Kiriş Baba – Alevilik’e Yapılan Sistematik Önemli Müdahaleler, http://www.sorunpolemik.com/SP/543/alevilik%E2%80%99e_yapilan_sistematik_onemli_mudahaleler/
23 ATATÜRK Araştırma Merkezi – Tekke, Zâviye ve Türbelerin Kapatılması, T.C. Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, http://www.atam.gov.tr/duyurular/tekke-zaviye-ve-turbelerin-kapatilmasi
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.