Yayınlanma Tarihi: 30 Ocak 2012 — okunma
Osmanlı İmparatorluğu,1915 yılında TEHCİR KANUNU (Zorunlu göç)çıkartılarak, Doğu Anadolu’da ki Ermeni nüfusu Suriye’ye gönderilmiştir.
“Olay bu” diyemiyoruz tabi ki kanunun uygulanmasından öncesi; a-Tanzimat Dönemi, b-Islahat Fermanı, c-Meşrutiyet Dönemi ile azınlıklara pek çok haklar tanınmasına rağmen dış güçlerin kışkırtmaları, dış kaynaklı cemiyetlerin faaliyetleri ile başlayan karışıklıklar,1890 yılı II.Abdülhamit zamanına kadar gidiyor ve yoğunlaşarak artıyordu.
Osm anlı Devleti, Doğu Anadolu topraklarında yaşanan bu olaylar sonucu oldukça sıkıntıda idi ve kontrolü sağlayamıyordu.
Bir yandan savaşlar, bir yandan içte demokratikleşme hareketleri bir yandan, Osmanlı ordusunda iki siyasi bölünmeler ile mücadele eden Osmanlı Devleti ayrıca kötü gidişini (toprak kaybı)durduracak çözüm arayışları ile 1915 yılına gelindiğinde meclisin büyük bir çoğunluğunun istemediği savaşa sürüklenmişti.
Ve Süveyş, Kafkas, Çanakkale gibi stratejik önemi çok büyük üç ana cephede çatışmaya girişmişti.
Böylesi kritik bir ortamda, tamamen dış kaynaklı kışkırtma sı ve bir takım etnik kökenli teşkilatların alevlendirmesi ile tırmanan olaylar karşısında son çare olarak alınmış bir tedbirdir, “TEHCİR KANUNU”
1915’DE Osmanlı Devleti gözetiminde gerçekleşen göç sırasında ise güvenlik güçlerinin kontrol ünde olmasına rağmen, istekleri dışında göç etmek zorunda kalan Ermenilerin yolu oldukça dikenli idi.
Öncelikle Osmanlı toprakları, I.Dünya Savaşı sırasında, Antlaşma Devletlerince “GİZLİ ANTLAŞMA” ile pay edilmişti. Bu antlaşma ile Doğu Anadolu ve Boğazları (sıcak denizlere inmek amacında) alan Rusya savaştan çekildi. Nedeni de M .Kemal ’in de savaştığı Çanakkale’yi aşamayan Antlaşma Devletleri nin Rusya’ya yardım götürememesidir.
Rusya savaştan çekilince onun payı başta “6 vilayet” olmak üzere Ermeni ve Kürt nüfusa bırakılacaktı”,daha doğrusu bu durum onlara vaat edilmişti.
İşte düğüm burada, Ermeni ve Kürtler’in haritası aynı idi. Her iki toplumda aynı toprak parçası için birbirleriyle mücadeleye girişince olaylar başladı, Tehcir Kanunu uygulanırken de sürdü.
Doğa şartları, bulaşıcı hastalıklar, Ermeni’lerin değerli eşyalarını yanlarında taşıdıkları haberleri nedeni ile çetelerin saldırıları derken, Doğu Bölgelerinden yola çıkan Ermeniler’ in sayısı giderek azaldı.
Yinede Suriye’ye ulaşan kalabalık bir nüfus vardı. Kürtler de yurt içinde dağıtıldı. Ünye’deki (şimdilerde unutulmuş olan ve Fevzi Çakmak mahallesinde varlığından söz edilen, çok az kişinin bildiği) “KÜRT MEZARLIĞI” nın öyküsü o günlerde gelecek Kürt nüfusa aittir.
Yani ortada bir soykırım yoktur. Bir iç mesele için çözüm arayışı vardır. Bu uygulama yıllar sonra BM’ in yaptığı “soykırım “ tanımından tamamen farklıdır.
“Askeri icaplardan ötürü, casuslu ve hıyanetlerini belirledikleri, kura(köy), kasabad(kasaba)ahalisini, tek tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskan ettirilmişlerdir.”
Osmanlı topraklarında “MİLLET-İ SADIKA” (sadık millet) olarak tanımlanan Ermeniler’den bazıları bağımsız bir Ermeni Devlet’i kurmak hayali ile örgütleniyorlardı.
Özellikle “93 Harbi”” diye adlandırılan 1877-1878 Osmanlı –Rus savaşı sırasında milliyetçi Ermeni çeteleri, Ruslarla işbirliği yaparak büyük hayal yaratmışlardır.
Halk arasında şehirlerde hiçbir sorun olmadığını her zaman dile getirilmiştir, hatta pek çok Türkiye vatandaşı Ermeni bu durumlardan rahatsızlıklarını dile getirmektedirler.
Ancak , ABD, Fransa gibi demokrasinin en iyi uygulandığı ülkelerde Türk-Ermeni sorunu abartılarak ve saptırılarak dile getirildi yıllarca (24Nisan 2005 Fransa soykırım kutlamalarında “bir çok Ermeni Hristiyan olduğu için öldürüldü” diye açıklandı geçmişteki olaylar) tabi ki Ermeni lobisinin çarpıtmaları ile.
Ve hep Türkiye aleyhinde “SOYKIRIM” propagandaları ile başta Fransa olmak üzere, yeni yeni Almanya, ABD olmak üzere anıtlar dikilip törenler yapılmaktadır.
Dünyada Ermeniler tarafından pek kitap yazılıp dağıtıldığı halde, Türk bilim adamları ve tarihçiler tarafından yazılmış eserlerin çok az olduğu bilinen bir gerçektir ve Ermenice bilen Türk pek bulunmadığı için Ermenistan’da araştırma yapan bilim adamı yok gibidir.
İki ucu pamuklu değnek (bir tara ihanetle diğer tarafta soykırımla itham edildiğinden midir nedir Türk bilim adamları ve tarih araştırmacıları bu konuya ağırlık vermemişlerdir) olan bu mesele ile ilgili arşivimizde pek çok belge vardır ve Başbakanlık arşivi yıllardır araştırmalara açıktır.
Osmanlı arşivlerine, 8.Cumhurbaşkanımız Turgut Özal zamanında (1983-1939) önemli miktarda fon ayrılarak araştırmalara açık hale getirildi ki, o arşivler yabancı araştırmacılara da açıktı, orada buldukları ve gerçekleri anlatan (telgraflar en azından)belgeler varken nasıl olup da olayları çarpıtarak dünyaya aktarıyorlar, demek ki her bilim adamı da gerçekçi değil, yada bildiği gerçekleri saklayabiliyor, yada açıklamak cesareti gösteremiyor, öyle ya olayları istedikleri şekilde dünyaya ezberleten önemli ve güçlü bir lobi var karşılarında.
Nihayet, yıllar sonra (diğer hükümetlerin ihmal ettiği karşı propagandayı) meclisimiz, bu olayın belgelere dayanan savunmasını tüm milletvekillerine imzalatarak, 11Ülkenin meclisine göndermek kararı aldı.
Yıllardır, Fransa’da, Ermenistan’da 24Nisanlar sözde soykırım ın yıldönümü olarak kutlanırken, meclislerinden bu olaylar “soykırım” kararı olarak çıkartılırken neden duyarsız kalındı? Anlamak mümkün değil.
Şimdi ise sadece bizim milletvekillerimizce imzalanmış, belgeli savunmalar aleyhimize oluşmuş gelişmeleri silemez, bence, olabildiğince çok ülkeden en değerli tarihçilerin, arşivlerimizde yapacakları araştırmalar sonucu alacakları karar ve açıklamaları bıkmadan usanmadan en az,
85 yıllık zaman kaybı kadar tüm dünyaya HAYKIRMALIYIZ.
(1)-Ermeni Meselesi, Mim Kemal Öke İst.1986,s85,96.
(2)-Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C-8, s126-127.
(3)-Öke, aynı eser, s.87.
(4)-Karal, aynı eser, s.126
(5)-BOA,Y.Hus.327(66),Trabzon Vilayeti’nin telgrafı,25 Nisan1311.
(6)-Aynı telgraf.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.