Yayınlanma Tarihi: 13 Ocak 2011 — okunma
Muhteşem Yüzyıl dizisi ile tarihimize ve “Osmanlı Tarihi’ne” daha bir dikkatle bakar olduk. Tarih konuşmayı çok sever olduk. Felsefe, hukuk ya da fizik hakkında okadar konuşamayız, tarihe gelince alanda ilgide çok geniş
Bu çok sevindirici bir gelişme. Herkes son günlerde Osmanlı Tarihi’ni daha çok merak ediyor. Yayınlanan diziden memnun olmayanlar da var. Ben şahsen tarihin bu kadar geniş anlamda dile gelmesine aracı olduğu için çok memnunum. Beğenmeyenler daha önce daha iyi ve daha çok etkileyici bir “Kanuni” dizisi ya da masraflı birçok filmini yapsalardaıya.
Beğenmeyenlere bir yönden katılıyorum. Kanuni’de olsa sıradan bir insan da olsa kimsenin özel hayatı ile ilgili hayali bir yorumla kitlelere ulaşan yayınlar yapılmamalı. Yarın öbür gün birileri de “biz falanca siyasinin, filanca sanatçımnın çok iyi bilemediğimiz özel hayatını böyle yorumladık” diye dizi yapsalar nasıl olur? Olmaz, ama gerçekle ilgisi olma yan bir şahıs için istediğiniz gibi hayal gücünüzü kullanabilirsiniz. Kim ne diyebilir.
Filmin tarihçi danışmanları da var fakat bilinen bazı özellikler de de insanlar daha şiddetli eleştiride bulunuyorlar. Örneğin; Hürrem yabancı kaynakların yazdıklarına göre onbeş yaşında saraya geldiğinde alçak gönüllü ve geçimli bir mizaca sahipti. Oysa dizide öyle değil.
Kanuninin sade mütevazi tavırlarını, giyimini yabancı kaynaklar da anlatır. Hatta solgun, yorgun ve yaşlı bir ifadesi vardır. Şimdiki elçi raporları var ya o zaman ki elçi raporlarında da padişahlar hakkında çok bilgiler var. Tabi bu bilgiler zaman zaman çelişmektedir.
Örnek; Venedikli Bernardo Nevegero raporunda, Kanuninin şarabı Nikris hastalığı yüzünden bıraktığını ve artık sadece su içtiğini yazarken, Habsburg Elçisi ise Kanuni’nin gençliğinden beri şaraba meraklı olmadığını, yaşamında hep ölçülü davrandığını, benzinin hep soluk olduğunu ve hatta sağlıklı görünmek için allık sürdüğünü yazmaktadır.
Bence, Kanuni gerçekten muhteşem bir şahsiyettir. Şehvet düşkünü de değildir. Yerli yabancı bütün kaynaklar Hürrem’e olan aşkından ve onu kaybettiğinde ki acısından söz eder. Bırakın bir hükümdarı, bir erkeğin bir kadına bir ömür boyu( böylesine bir zenginlik içerisindeyken bile) eşi benzeri görülmemiş bir sadakatle, ölene kadar bağlı kalması ulvi, yüce bir duygudur. Çok az rastlandığı için böylesine ilgi çekmektedir bu nikahlı karı koca aşkı. Çok değerli şahsiyetinde annesi Hafsa Sultan’a saygısı ve Sadrazam İbrahim Paşa’ya karşı kardeşliğe eşdeğer dostluk gösteren Kanuni, tahtını korumak yönünde oğlunu ve torununu öldürtmüş olmaktan da daima çok büyük üzüntü duymuştur. Hürrem, annesi ve çok değer verdiği asıl sırdaşı olarak herşeyini paylaştığı oğlu “Cihangir” kardeş acısı ile aniden ölüncede çok büyük acılar yaşamıştır.
“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünü de belli ki bir sağlık sorunu için söylemiştir.
1520’de tahta geçen Kanuni biliyordu ki hükümdar 30 yılı doldurduktan sonra oğulları bu durumdan sıkılır. Her zaman ayaklanma ihtimali vardır. Yoksa o kadar Hürrem’in üstünlüğünden değildir olan biten. Babası I. Selim’in dedesi I. Bayezıd ile yaptığı savaşta, babasına destek vermişti. Bu acı tecrübe kendisinin de istemeden yakınlarına ve sevdiklerine kıymasına neden olmuştur. Fakat mizacı Selim gibi sert olmadığından bunların hepsine son derece üzülmektedir.
Kanuni 1553 Nahcivan Seferine tahteravanda katılmıştır. Aslında Nikris hastalığı kendisini esir almıştır. Çok büyük acılar içinde kıvrandığı ve saray hekimlerinin de pek çare bulamaması nedeni ile Kanuni bu durumun başkaları tarafından bilinmesini de istememektedir.
Birçok kaynak ayrıca Hürrem’in, Kafkas özellikleri taşıdığını, siyah iri gözlü, iri dudaklı, akıllı, becerikli ve dizide ki gibi raks, müzik konusunda ki yetenekleri sayesinde Hafsa Sultan’ın Kanuni’ye sunulacak cariye olmasını sağladığını ve Hafsa Sultan’ın üç çocuğunu kaybetmiş olması nedeni ile sadece tahtın varissiz kalmaması için yeni bir odalığı (Gülbahar sultana hiç bir kin duymadan) oğluna- ki hanım sultanlar oğullarına sadece “aslanım “diyebilirlerdi, aslanına sunmuştur.
Gerçekten şahsiyetine hayran olduğum Kanuni yani I.Süleyman, Hürrem’i tanıyana kadar ilk eşi olan Kafkaslı Gülbahar Hatundan başkasını tanımamıştır. Hürrem’e de önce gizli gizli sonra aşikar aşk duygusu beslemiş, hatta üç kadın aralarında sorun çıkartmadan Kanuni’nin mutluluğu için bir arada yaşamayı sürdürmüşlerdir. Hatta Kanuni sakin ve iyi davranışları ile ilk eşinin kıskançlıklarını önlemiş fakat daha sonra Gülbahar Sultan’ı Manisa’ya yollamıştır. Maalesef daha da sonra –ki hürrem’in burada çok olumsuz etkisi vardır.-torununu öldüren cellattan oğlu Şehzade Mustafa’nın da öldürüldüğünü öğrenmiştir. Gönül isterdi ki ilk eşi hiç üzülmesin ama taht kavgasının, entrikaların sonuçları böyle. Ama ilk eşler de daima daha üstün olmuştur.
Kanuni’nin Hürrem’e bağlılığının dayanağı olarak da birçok öykü hatta efsane anlatılmaktadır. Sonuçta yapılan dizi Kanuni’den çok Hürremi halka merak ettirmiştir. Zaten oldum olası, oryantalistlerin(Bir yeri görmeden çizerek, ya da resmederek aktaran sanatçılar) Osmanlı devletini en çok “harem” ile anlatmaya çalışmışlardır. Harem hükümdarın evidir, hiçte hamam ve cariyelerden ibaret değildir ve ne acıdır ki ülkemizde bile öyle algılanır.
Osmanlı Devleti gerçekten muhteşem bir teşkilatlanmadır, anlatmak ise hiç de o kadar kolay değildir. Otuz milyon kilometre kare alanı Avrupada bile yediyüz yıl, o günün şartlarında idare etmek sadece hamam(hamam sadece sosyal bir mekandır) ve harem sefaları ile gerçekleşmemiştir.
Bu arada öğrendik ki ülkemizde “hikmet kanatlı büyük ruh taşıyan tarihçiler yoktur.” “Kendi inancınızla tarihe bakamazsınız” diyenler için lütfen bu kadar da ayrılmayalım. Tarih bir bilimdir, bilime de bilimsel bakalım. Geçmiş in sonuçları objektif olarak ortadadır, gelişmeleri ise yorumlayabilirız ders almak ve bölünmemek kaydı ile. Objektif tarih bedii zevkleri incitmez yeterki köklerimizi biz başkalarından iyi bilelim. Onlardan öğrenmeyelim. Biz samimiyetle konuşalım, başkalarına biz anlatalım.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.