Yayınlanma Tarihi: 16 Mart 2011 — okunma
140 YILIN EN BÜYÜK Japon depremi, karada olsa idi ne kadar tahribat yapardı bilemiyoruz. Japonlar her türlü önlem ve teknoloji ile halkını da bilinçlendirerek depreme dayanıklı şehirler, hazırlıklı hayatlar kurmuş.
Bizim yazı günü gelene kadar yazıldı çizildi ve herkes Japonlar’ın bilincine hayran kalırken, bu arada olan bitene de çok üzüldü.
Hiç bir ihmal ve tedbirsizlik yokken bu boyuttaki tsunami(deniz depreminin dev dalgaları) Japonlar’a hiç hak etmedikleri bir afet yaşattı. Dünyanın üçüncü büyük teknolojisi dahi doğa karşısında çaresiz kaldı.
Depreme çok yönlü hazırlana Japonlar, tsunamiyi de hesaplamışlar. Hatta Fukuşima Nükleer Santrali reaktörlerinde meydana gelen patlamalara gelince bu santrali kurarken olası bir tsunamiyi ve dalga boylarını altı metre hesaplayarak tedbirlerini almışlar. Gelin görün ki bu sefer dalgalar yedi metre yüksekliğe ulaşınca olanlar olmuş. Reaktörlerin dördüncüsü de patladı.
Hem Japonya hem de diğer ülkeler radyasyon tehlikesi altında. Fakat bu arada Japonlar’ın deprem sırasında ve sonrasında ki soğukkanlılıkları da toplumsal panikden doğacak sorunları ortadan kaldırıyor.
Orada olanları izlerken herkes gibi merak ediyoruz. “Bu felaket ülkemizde olsa, sonuç ne olurdu” diyerek? Her şeyden önce dokuz şiddetinde bir depreme dayanacak kentlerimiz yok ama genellikle bu şiddetde deprem, tsunami ve yanardağ patlamaları kıtaların kıyılarında gerçekleşiyor.
Fakat yinede ülkemizde ki (dağ kırıkları)fay hatları olası depremleri gündeme getiriyor.Bırakın ülkemizi, yöremizde hangi kurumda olası deprem için hangi tedbir ve eğitim var?
Baksanıza Japonlar Eylül 1, gününü ülke çapında tatbikat günü olarak ayırmışlar. Ailelerin belli zamanlarda okullarda yatmaları da, afet sonrası durum, mekan değişikliklerinde ortaya çıkacak depresyonları önlemek için.
Deprem sırasında insanlar için evler binalar daha güvenli. Dışarıda başınıza bir şey düşebilir. Ancak nükleer santral sızıntısı başa bela oluyor ve tüm dünyada çevrecilerin tepkilerine neden olan bu santraller, olası kazalar karşısında basınç oranı değişirse tehlike yaratıyor, yoksa enerji elde edilirken çevreye en az zarar veren santraller. Enerji elde etmek için termik santraller de kullanılıyor ve buralarda yakılan çok miktarda ki kalitesiz kömürlerden çıkan gazlar yağmur suları ile yeryüzüne inerek asit yağmurlarına neden oluyorlar. Asitli yağmurlar da bitki türlerini kurutuyor.
Hidro elektrik santralleri ise(yani HES) otuz kırk yıl sonra baraj vadilerinin dolmasına neden oluyor. Ayrıca ekolojik coğrafyaya verdikleri zararlar daha sonra onarılamıyor.
Nükleer santraller ise olası kazalara karşı uzun vadede enerji planı yapan fakat santrallerin toplumsal maaliyetini hesaplamayan ülkelere inşaa edilmeye başlandı, gelişmiş ülkelerce. Bildiğim kadarı ile halen ülkemizde nükleer santral yok. Fakat Sinop’a kurulmak istenen santral ile Terme’ye kurulan çevrim santrali boşuna tepki çekmiyor. Gelişmiş ülkeler tehlikeleri ile baş edemezken biz neyi nasıl başarırız bu gibi durumlarda.
Ancak şu bir gerçek ki Türkiye’nin enerji ihtiyacı giderek hızla artarken, karşılamakta da açığı artıyor. En fazla enerji nükleer santrallerden elde ediliyor. ODTÜ bilim adamları, Türkiye’nin gerekli tedbirleri almadığı takdirde iki yıl içerisinde ciddi boyutta elektrik enerjisi sıkıntısı yaşayacağını belirtmişlerdi.
Hatta Avrupa’da metre karede 60kw/s elektrik harcanırken bizde 300kw/s ve bunun büyük bir bölümü bilinçlendirilmiş bir tüketici ile tasarruf edilebilir.
Gelişmiş ülkeler gelecekte yeni enerji kaynaklarından yararlanma araştırmaları içerisindeler ve bu yönde en ilginç olanı ise bilim adamlarının gözlerini kutuplarda ki buzullara dikmiş olmalarıdır. Buzullar da gizli enerji potansiyelinin- ki “yeşil enerji” olarak adlandırıyorlar-açığa çıkartılması ile geleceğin enerji sorununun çözümlenmiş olacağını bildirmelerinin yanı sıra, şimşeklerde ki enerjinin depolanabilmesi de alternatif örnekler arasında.
Günümüzde aydan gece en net izlenen ülke olan Belçika, bu ünvanını rüzgar enerjisine borçlü. Tüm otoyolları aydınlık olan tek ülke. Diğer bir yeni enerji kaynağı “jeotermeller” ki ülkemizde Antalya’da ev ve sera ısıtımlarında çok önemli tasarruf sağlamaktadır, bu masrafsız enerji kaynakları. Ayrıca dalga enerjileri en yeni alternatif enerjidir, ülkemizin- üç tarafı deniz olduğunu düşünürsek-yönelmesi gereken yenilenebilir enerji kaynağıdır.
Prof. Dr. Hasan Saygın, “halkın gerçekleri bilmeye hakkı vardır, doğrular açıklanmalıdır” derken Türkiye’de her gün ölçümlerin yapıldığını ve tehlike olmadığını bildiren yetkililere şimdilik inanıyoruz, ancak şimdilik. Kalifornia’ya doğru esen rüzgarlar, yön değiştirirde ülkemizde de tehlike belirirse, bunu samimiyetle açıklayacaklar mı?
Biz bu filmi daha önce görmüştük.1986 yılında Çernobil’den gelen bulutlar ülkemizi kaplamasına rağmen “tehlike yok, sorun yok” diye ekranlara çıkan yetkililer, radyasyonlu çayları fındıkları ziyan etmemek adına uzun vadede yüzlerce insanın sağlığını ziyan ettiler.
Enerji karaları, topluma maliyetleri hesaplanarak alınmalı, doğanın güçleri karşısında zayıfız, ırmaklar ters aksa da, kayıklar balkonlara çıksa da, hesaplar tutmasa da Japonya için söylenecek ihmallik sözü yok olsa “geçmiş olsun, üzgünüz, hiç haketmediniz, herşeye rağmen size bir kez daha hayran olduk” demek olurdu.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.