Yayınlanma Tarihi: 18 Ağustos 2011 — okunma
Hani bir deyim vardır ya” iğne atsanız yere düşmez” diye kalabalıklar için söylenen. İşte öyle mahşeri bir kalabalık.
Ankara otogarındaki bütün otobüsler dikdörtgen papatyalar gibi duruyor, kalabalık insan çimlerinin ortasında. Hareket saatleri geçtiği halde kımıldayamıyorlar. Etraftaki insanların dağılmalarını bekliyorlar.
Kalabalık dağılacak gibi değil, asker yolcu ediyorlar. Her yaştan kadınlı erkekli fakat bir kısmı sarılıp, kucaklaşıyor, bir kısım delikanlılar davul zurna eşliğinde halay çekiyor, bazı eller asker adaylarının ceplerine(belli ki) para bırakıyor..
Tüm bu kalabalığın içinde devasa boyuttaki bayraklar sık sık havalanıyor. Bayrağın altında ki gençlerden, tekbir ve vatan-millet sloganları geliyor. Belli ki bayrakları taşıyanlar MHP’li gençler ve hem arkadaşlarına asker yolcu etme töreni hem de görüşleri için çaktırmadan miting yapıyor.
Kalabalık ortasında ki bayraklı grup o kadar hararetli marşlar söylüyor ve davul zurna eşliğinde o kadar canla başla halay çekiyorlar ki vallahi “bende askere gitsem, beni de böyle yolcu etseler” diyesiniz geliyor. Öyle bir atmosfer yaratmışlar ki her taraf kilitlenmiş, hakimiyet onlarda ve gerçekten anlatılması güç ama orada bulana herkesi hipnotize eden muhteşem bir gösteri sunuyorlar ve Ankara, AŞTİ onlara teslim olmuş durumda…
MÖ 209’da Mete’nin onluk sisteme dayalı düzenli orduları ile başlayan Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi kim bilir kaç Türk gencini silah altına aldı.Ve o Türk gençleri seve seve vatan borçlarını ödemeye gittiler.. Bu günkü gibi. Ölürse şehit, dönerse gazi, alp, eren, yiğit, tiğin, ilteber, ilteriş, hakan, kağan ya da isimli isimsiz kahraman oldular.
Peki ya onları askere gönderen analar. Onlar ne oluyor. Onlara bir unvan yok ama cennetin ayaklarının altında olduğunu bilen kutsal varlıklar oluyorlar.
O kalabalıkta en çok “o anaları “izliyorum. Belki de, canlarından çok sevdikleri oğullarını, hayattaki ezilmişliklerinin tek başarısı, lanet ettikleri kaderlerinin en güzel karesi, tanrının kendilerine bahşettiği en değerli varlıklarını vatan borcu için uğurlarken, nasıl bir duygu karmaşası içindeler, onu izliyorum.
İşte bir tanesi gencecik, belli ki ikide birde havaya atılan gencin annesi..Kalabalığın içinde öylece oğlunu izliyor.Oğlu da onu. Birilerine sarılıp kucaklaşıyor ama gözü hep anasında. Bir gözü de sevdiğinde ya da nişanlısındadır.(kim bilir)
Annenin gözleri dolu dolu ama ağlamıyor. Yarı acılı gülümsüyor, oda birileri ile sarılıp kucaklaşıyor. Arada derin derin nefes alıyor. İşte o derin nefes alışların birisinde göz göze geldik. O da bende gülümsedik. Artık onu izlediğimi biliyor, birkaç kere yine bakıyor bana gülümseyerek.
Yıllarca oğullarını askere yollayan anaları düşünüyorum. Göndermek hem zor hem kutsal görevdir, gidecek. İnşallah sağ salim dönecek. Peki ya dönmezse. Ya dönmezse. İşte yüreklerini dağlayan bu hançerdir ki oğullarını yollayan her ananın bağrında saplıdır. Oğlu askerde olduğu sürece yüreğinde taşır bu hançeri. Ne zamanki oğlu askerden döner, işte o zaman söker atar yüreğinden sevinçle ve gururla.
Peki ya dönmezse oğlu. Biricik canı, kanı, kaderi, her şeyi oğlu. İşte o hançeri, o acısı anlatılamaz hançeri ölene kadar taşır bağrında yaşarken bile, her nefes alışında acı çekerek. Ancak toprakta diner acısı o kutsal anaların.
Hz. İbrahim’ in ve eşi Hacer’ in oğulları İsmail’i tanrıya kurban etmek büyüklüğü ne zaman ki kurbanla yer değiştirdi o zamandan bu yana kurban edilecek koyunlara, kuzulara kına yakılır
İşte Çanakkale Savaşları’nda ki Mehmetlerden birisinin saçlarında kına gören komutanı onu yanına çağırtıp sorar ”erkekler kına yakar mı hiç?”
“Annem yaktı komutanım” derken anasının tembihini aktarır Yozgatlı Hasan, ”Haydi git yavrum, köyüne nişanlına veda et. Sabanını tarlanı her şeyini feda et. Silaha sarıl ki, böyle günde bir erkek dualı bir demirden başka bir şey kullanmaz bunu tutan bir bilek köleliğin uğursuz zincirine uzanmaz.
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım,
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım.
Haydi oğlum, haydi git.
Ya gazi ol, ya da şehit,
diyerek kına yaktı saçlarıma” der Yozgatlı Hasan. İşte o gün bu gündür askere giden oğullara analar kına yakar…. Sonrada yüreğini oğlunun alnına asar, askere yollarmış. O oğla değen kurşun önce anasının yüreğini dağlarmış.
Otobüs kocaman bir korna çalarak ayrıldı kalabalıktan. Son kez el salladı kalabalığa, anasına, sevdiğine, nişanlısına, belki de yeni eşine, çocuklarını da ardında bırakıp askere gidenler var ya bilinmez kimleri bırakıyor arkasında mağrur, gururlu ama gözü yaşlı. Gözü yaşlı analar, gelinler diyarı bu coğrafya da, askere giderken hem asker adayıdır, hem gazi, hem de daima şehit adayıdır, otobüslere doluşan kınalı kuzular…
Otobüs iyice ayrıldı kalabalıktan. Anne hala el sallıyordu, kınalı kuzusuna. Bu coğrafya da eskiden beri olduğu gibi şu anda hem asker adayı annesi, hem gazi adayı annesi, hem de şehit adayı annesi olarak el sallıyordu oğluna. Askere oğlunu yolcu eden bütün anneler gibi içinden, dudaklarına dökülen türküyü duyar gibi oluyordum.
Güle güle git kınalı kuzum, seni vatana kurban ettim.
Ölürsen şehitsin, dönersen her şeyimsin
Ah analık, ah Türk anaları, ah şehit anaları, ah bu coğrafyanın anaları sizin büyüklüğünüz dil ile anlatılır mı? Anlatmak bir güne sığar mı?
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.