Yayınlanma Tarihi: 27 Kasım 2021 — okunma
Bazı şeyler vardır ki söylenecek zamanı vardır.
Recep Hoca adıyla maruf Recep Öztürk’ü yaklaşık çeyrek asır önce tanıdım. Tanışma sebebi ise bir hayli ilginç.
Bir yaz aylarıydı. Yolum İstanbul’a düşmüştü. Malum İstanbul’a gidilince şayet yeterli vakit de varsa bazı yerler ziyaret edilir. Ben de öyle yaptım. Bazı manevi şahsiyetlerin mezarlarını ziyaret ediyordum. Bu ziyaretlerimden biri de Abdülfettah-ı Akri Bağdadi’ni kabri olmuştu. Orada bir zât ile selamlaşıp, ayaküstü konuşup ayrıldık. Sonra herkes kendi yoluna gitti.
Bulunduğum yerden Üsküdar Mihrimah Sultan Camiinde öğle namazı kılıp, Anadolu yakasından Batı yakasına geçtim. Bir kitapçıya selam götürmem gerekiyordu.
Aradan üç saate yakın zaman geçmişti. Ben gitmem gerekli kitapçıya uğradım. Küçücük bir yerdi. Yalnız tavanda bir adam sığacak kadar bir kapak vardı. Kitapçı bana “Orada Arabi ve Farisi yazılmış kitapları günümüz lisanına tercüme eden kişiler var, çalışıyorlar” dedi. Az zaman sonra oradan iki kişi indi.
Kişilerden biri yaklaşık üç saat önce mezar başında karşılaştığım kişi idi. Bu sefer hem çay içip, hem de sohbet ettik. Benim Ünye’den geldiğimi öğrenince bana “Ünyeli Recep Hocayı tanıyor musun” dedi. Sonra da “Kadılar Köyünden” diye ilave etti.
Ben tanımadığımı söyledim çekinerek. Gidince mutlaka selamınızı iletirim dedim. İkinci defa karşılaştığım kişiye “Siz Ünyeli misiniz” diye sordum ve “hayır” cevabını aldım. Aradan 25 yıldan fazla geçtiği için soran kişinin nereli olduğunu unuttum. Malum hafıza-i beşer nisyan ile malülmüş. Unuttuk işte. Karadenizli değildi. Tek hatırladığım bu.
Ünye’ye döner dönmez Recep Hocayı aradım. Ve bir gün karşılaştık. Olanları anlattım, selamı ilettim. Mütebessim bir çehre ile selamımı aldı.
Daha sonra Recep Hoca ile birkaç defa karşılaştık ama uzun sohbet etmedik. Sadece ayaküstü bir konuşma oluyordu. Ve birbirimizi tanıyorduk.
Günlerden bir gün canım çok sıkkındı. Halletmem gerekli bir konu vardı ve nasıl işin içinden çıkacağımı düşünüyordum. Mevsim yazdı. Ünye sokaklarında dolaşırken ikindi namazını eda etmek için Yeni Camiinin yolunu tuttum. Vakit gireli yaklaşık bir saat falan oluyordu. Vakt-i sani denilen bir zamandı yani.
Caminin merdivenlerini ağır ağır çıkarken cami avlusunda Recep Hoca ile karşılaştım. O da namazını kılmış dışarı çıkıyordu. Yüz yüze gelince selam verdim ve camiye doğru ilerlerken bana yönelerek “Canını sıkma, her şey geçer” dedi. Donup kaldım. Hâlbuki ne derdimi ona söylemiştim ne onun yanında birine. Kaldı ki selam kelamdan başka da bir tanışıklığımız yoktu.
Şaşkınlık kısa sürdü. Recep Hoca cami avlusunu çoktan terk etmişti. Ben bu hadiseyi tan 25 sene içimde sakladım. Bir yerlerde anlatmanın Recep Hoca yaşarken uygun olmayacağını düşündüm. Çünkü “Şeyh uçmaz, mürid uçurur” diye bir söz var. Her duyan bu adam “ermiş” diye kapısına dayanır, sonra da başı kanunlarla belaya girer diye hep sustum.
Takvimler 9 Kasım 2021’i gösterirken vefat ettiği haberini aldım. Ünye’de vefat etmişti ve ben o zaman Ankara’daydım. Çok üzüldüğümü söylememe lüzum yok.
Çeyrek asır taşıdığım bu sırrı şimdi yazmamın bir mahzuru olmadığını düşünüyorum. Çünkü günümüzde kimse yaşamayan kişilerden medet ummuyor artık.
Ruhun şâd, makamın âli olsun Recep Hocam. Dediğiniz gibi sıkıntım geçmişti o zaman. Dünya bu sıkıntısız zaman olmaz ki.