Yayınlanma Tarihi: 22 Ekim 2011 — okunma
Sıradan, sessiz sakin bir hastane gecesi acı acı çalan siren sesi ile karmakarışık oldu. Kendisinden önce haberi gelmişti. Saatlerdir bekleniyordu, Samsun’a uçakla gelecekti, oradan ambulans ile Ünye’ye. Hastane bahçesinde sessiz ama giderek artan sayıda kalabalık birikmişti çoktan. Hastane içinde de şehit haberi konuşuluyordu. “Ünyeli şehit varmış”. Adı, köyü, kimin oğlu olduğu anlatılıyordu hüzünle. Acile getirilecekmiş. Hastamın iğnesini yapmaya gelen hemşire anlatıyordu,” terhisine de birkaç hafta kalmış.”
Her zaman sevimsiz gelen siren sesi bu kez gerçekten çok acı acı çaldı. Önce uzaklardan gelmeye başladı, giderek yaklaştı ve nihayet hastanenin bahçesinde, pencerenin dibinde çalmaya devam etti. Bu uğursuz sese ağlaşmalar, feryatlar, uğultular eklendi.
Hastane bahçesi tıklım tıklım insan dolu ve bu kalabalığın tam ortalarında, mavi ışıkları ile bir ambulans. Sireni de kesmiyorlar, farlarını kapatmıyorlar. Adeta halkın toplu feryadı, ışıklı bir feryat gibi, geceyi parça parça edip bırakıyor. Kalabalık, ambulansın etrafında dalgalanıp duruyor ve durulmuyor.
Sirenden daha acı, daha yırtıcı, daha çok perişan eden anne çığlıkları, geceyi yırtmak ne kelime lime lime ediyor her şeyi, yürekleri de dağlıyor.. Pencerelerin hepsinden sarkan insanlar da dalgalanıyor bu kez. Kalabalık hastanenin bahçesine sığmıyor. Kaldırıma, sahil yoluna taşıyor. Gelen otolar hastaneye sığamıyor, park edecek yer yok, trafik sahil yolunda da duruyor. Mavi ışıklı feryat devam ediyor, belli ki anası belli ki bacısı, belli ki sevenleri, yengeleri, komşuları, feryatları kör, paslı kancalar gibi bizimde yüreklerimizi tırmalayarak kanatıyor. Gece, ama karanlık değil. Hastane bahçesi aydınlık, araçların farları açık, herkesin ağladığı görülüyor. Eller bir ağızlara bir gözlere gidip gidip geliyor.
Çaresiz ama isyan eden bu feryatlar daha da artıyor. Ambulansın kapıları açılıyor. Üzeri al bayrağımızla örtülmüş tabut çıkartılıyor. Geleceği bu gündür biliniyordu, konuşuluyordu ama şu somut an tüm tansiyonları yükseltiyor. Ambulansın gelişi bile bir yarım umutmuş demek ki, şu tabutun çıkarıldığı an, işte kızılca kıyamet o zaman kopuyor, “evladııım, yavruuuuum, ahh çocuğuuuuum. Ahhh böyle mi gelecektin?” ooff off taş olsa çatlar bu feryada.Yarı karanlık ağaçlarda ki kuşlar bile havalandı.Orada ki tüm yürekler gencecik bir ömrün bitişine, bir ananın acısına saygı durdu, her şey kayboldu adeta. Sahnede bir ambulans, yarıya kadar çıkmış bayraklı bir tabut, taş kesilmiş bir kalabalık ve acı, kor gibi yakan bir feryat kalmıştı gecenin derinliğinde giderek çığ gibi büyüyen.
Çıkartıp, acile aldılar. Dayanamadım artık, hastamı yalnız bırakıp koridora çıktım. Acile iç kapıdan indim. Adım atmak imkânsız. Ama tabutun çok yakınındayım. Koruma görevlisi, eski öğrencim, onunda gözleri kan çanağı çoğu gibi. Yardımcı oluyor. Tam tabutun yanındayım. Anlatıyor “ annesi yalvarmış, sakın ilaç içirmeyin bana, oğlumu akıl ile karşılayayım, doya doya ağlayayım” demiş.
Şehit olduğu sabah aramış evini, “operasyona gidiyoruz anacığım, merak etme, hayırlısı ile döneceğim ama siz yinede hakkınızı helal edin” diye.” Böyle mi dönecektin a oğulcuğum? “ diyor anası. Babanın gözleri kan çanağı ”oğlum” diye feryat ediyor sessizce. Ayakta zor duruyor. O kadar çok ağlıyorum ki tabutu getiren görevliler beni de yakını zannedip bir şey demiyorlar. Ama kalabalıktan uzakta ayrı bir odaya alıyorlar şehidi.
Acile gidişimin asıl nedeni şehidin yüzünü görmek isteğim.. Evet, vatan için gencecik yaşta ölen şehidi görmek, gencecik yaşta ölüp annesini yakan kavuran bu kutsal varlığı görmek. Hiç çekinmem ölen insanların yüzüne bakmaktan. Bu kez bir şehidin annesini kucaklamaktan başka, bir şehidin yüzüne bakmak istiyorum. Ölüm bence bir son değil, çok çaresiz kaldığımız, bilemediğimiz bir başka hayatın başlangıç anı. Son zannettiğimiz ilk durak. Şehidimiz, evladımız nasıl çıkıyor yolculuğuna. Bu herkesten farklı,” kutsal yolcu nasıl görünüyor”, merak ettim, şehidin yüzüne bakmak istedim.
“Şehidin yüzünü göremez miyim?” koruma görevlisi tabutun çakılı olduğunu söyledi. Çinko kaplama tabut sıkı sıkı çakılıydı gerçekten, “ peki annesi görmeyecek mi?” dedim. Koruma görevlisi öğrencim sessizce fısıldadı, “hocam yüz mü var görülecek, şehit paramparça, açılmayacak tabut, annesi de göremeyecek” dedi.
Hani eski kör korsanların bir ellerinde kıvrık kocaman kanca vardı ya, işte o kancayı sineme vurup, çekti kanattı yüreğimi adeta bu acı gerçek. Koştum annesine sarıldım. Köylüleri, akrabaları, arkadaşları doldurmuştu hastanenin tüm zeminini, çoğunu tanıyordum, onlarda beni, yadırgamadılar. Koluna girdim, teselli filan etmedim. Bu coğrafya da anne olmak ne kadar zordur, defalarca yazmıştım ama bu kadar da olur mu? Şehit evladının, son kez de olsa yüzünü bile göremeyecek olan bir anneye ne söylenirdi ki teselli edici? Bu kutsal annenin yüzüne bakamadan;
Sadece” Allah sabırlar versin, şehit oğlun öğrencimdi, benim de evladım sayılır” diyebildim. Daha sıkı sarıldı. Ağlamıyordu artık, feryatları susmuştu. İlaç içirmişler. Başka nasıl dayanılır ki böyle bir acıya.
Şimdi düşünüyorum da, şehitlerin yüzüne bakmaya yüzümüz yok aslında.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.