Yayınlanma Tarihi: 22 Mart 2012 — okunma
Almışsın başına Mart güneşinden örtünü, açmışsın masmavi şemsiyeni, takmışsın koluna sonbahar rüzgarını, pek bir güzelsin bugün, Yalı boyunda rastladım sana.
Martı desenli mavi giysin pek bir yakışmış doğrusu.
Keyfin yerinde ya; yeşilin zümrüt, mavin safir bugün. Bu kış güneşi, seni de sevenleri de, çocukları, yaşlıları, balıkçıları da çakır keyif etmiş bugün.
Asmışsın hurmadan fenerlerini, turuncu cilalarını attıktan sonra Kasım tavanına, sarartmışsın asmaları, kasımpatlarına inat.
Bir yalancı bahar ki ortalıkta, güller harelenmiş, senden yüz bulup açmaya heveslenmiş.
Denizin de bolluk bereket bu aralar, boş dönmüyor, takalar, motorlar, kayıklar.
Sahilde ki banklara oturan herkes ağ atıyordur, geçmişe anılara. Ne çıkarsa bahtına.
Yalıda, kayıklar, ağ ören balıkçılar, ayaklarını denizde yıkayan martılar, Ara Güler’in fotoğraflarını hatırlatıyor insana.
Yalı Kahve’nin önü tıka basa dolu, insanlar yazdan kalma masalarda. Yüzüncüyıl’da, Yunus Emre Parkında, Mustafa Rakım Efendi Parkı’nda açık havada. Sohbetler taze demli çayların mayasıyla, kabarmakta.
Böyle zamanlarda bayılırım kayalıklarına. Fok Fok’a, Aya Nikola’ya, Çamlığa, Burunucu, Topyanı, Fener, Fener Altına.
Gustav Courbet’in “Etretat Kayalıkları” solda sıfır kalır. Ünye senin, “Pastırma Yazı” tablolarının yanında.
Bir zümrüt broş gibi duruyor ya yakanda Çakırtepe, bayrağın da var artık, Kocatepe’de yürüyen Atatürk silüeti yanında. Karadeniz’de yol alan rüzgarlar dalgalandırıyor, şahlandırıyor o sana çok yakışan bayrağını, yani tacını.
Bir, beş, on, asır derken bohçalamış; kaldırmışsın tüm anılarını, tarihini toprakaltı sumandırana.
Sahi, Midrabolu’nda ne olmuştu Ünye? Ketumsun ayrıca, ne sırlar, ne aşklar, ne yaralar saklı bağrında Yine de gülümsüyorsun gelecek yıllara umutla.
Bilmem başkaları farkında mı? Sakinsin bu gün ayrıca, pençelerini çekmişsin, törpülemişsin tırnaklarını, diş geçirmekten vazgeçmiş gibisin hayata. Kıskançlıklarını, fesatlıklarını, atmışsın bugün deryana. Perşembe’den gelen hamsi avında ki takaların, takılsın ağlarına, gitsin diye başka diyarlara.
Göz göze geldik bütün gün seninle. Hani eski Kalabuzu’nun yerinde, Yalı’da Yüzüncü yıl var ya işte orada. Sabire, Ayla, Fatma, Bedriye, Fatma, (en çok sevdiğim arkadaşlarımla) ben, az konuşmadık hakkında, camın kıyısında, arkadaşın denizin arkasından sana baka baka.
Ecnaslarından konuştuk hani başka yerler de eşi benzeri olmayan. Dedikodunu yaptık sanma, sakın yanlış anlama, hepimiz bayılıyoruz sana.
Nasıl güz gülleri, kış güneşi, son sardunyalar, sabah yakamozları, sonbahar rüzgarları beste yaptırırsa insana.
Bu gün bir bestekar, bir ressam lazım sana. Hatta Vivaldi’nin, “Dört mevsim Konçertosu” gibi unutulmayacak; “Ah İstanbul” gibi “Ah Ünye” diye dinlemekle bıkılmayacak bir şarkı olmaya layıksın bu gün.
Kenan Doğulu’nun dediği gibi “Ama nerde bende o yürek” nerde bende o yetenek, bende ancak üç beş kelime, yarım yarım muhabbet.
Giovanni Battista Tiepolo’un “Kalypso Ogygia Adası’nda Odysseus’u Avutuyor” tablosu gibisin, insan sana baktıkça, seyrine daldıkça her şeyi unutuyor, AVUNUYOR.
En sıkıntılı anında AVUTUYORSUN İNSANI.
Ünye, bu gün çok güzelsin bayıldım sana. Yok yok her zaman, her mevsim güzelsin. Tablo gibisin.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.