Yayınlanma Tarihi: 28 Kasım 2013 — okunma
Gökyüzü tek renk. Puslu gri. Tek bir bulut yok. Bulutlar yağmur olmuş, toprağa akıyor. Toprak suya kanıyor. Deniz, yağmurla şakalaşıyor. Doğa şen şakrak. Yağmur dindi. Gökyüzü yine bulutlandı. Güneş bulutların arasından gizli saklı yolluyor ışınlarını. Rüzgâr! Sen neredesin?..
Radyo çalıyor. Offf, aman yarabbi! Bu ne coşku, bu ne neşe, bu ne enerji sunucudaki! Bu saldırgan, yapay bir neşe. Çok abartılı. Rahatsız ediyor. İşte böyle bazen neşenin bile fazlası ağır gelebiliyor insana. Yok, bu kanal benim kanalım değil. Bugün bana türkü gerek; şöyle ağız tadıyla hüznüme ortak olabilecek…
Türkülerde huzur buluyorum. Türkü dinlediğimde… tatlı, tozpembe bir sükûnet sarıp sarmalıyor, dolduruveriyor her yanı.
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş. O halde, ne söylersek söyleyelim yeni bir şey söylemiş olmayacağız. Yalnızca yeni bir bakıştan, başka bir ağızdan dile getirmiş olacağız hep o bildiğimiz şeyleri. Eee, madem insanız ve madem yaşıyoruz… demek ki sürdüreceğiz düşünmeyi de, konuşmayı da, yazmayı da… şu koskoca yeryüzünde tek bir insan kalmayana dek.
Daha çocukluk yıllarımda hemen hemen daima “yaşam, yaşamak” konularında sorgular bulurdum kendimi. Sonradan öğrendim ki bunun adı felsefeymiş. Bu sözcük, önce çok büyük görünmüştü gözüme. Bilim adamlarının, filozofların işidir sanmıştım felsefeyi. Oysa felsefe o kadar hayatımızın içindeymiş ki!
“Yaşamı anlamlandıran nedir? Neden yaşıyoruz?” soruları ilk gençlik yıllarımda da kafamı bir hayli yormuştur. Bu soruların cevaplarını bulmaya çalışırken hüzün ikide bir gelip yapışırdı yakama. O dönemde sanki… yarı düş, yarı gerçekti yaşadıklarım.
Şimdi düşünüyorum da… “yaşamak” her şeyden önce bir savaşmış; insanın doğaya, çevresine ve kendisine karşı yürüttüğü bir savaş… Bu savaşın en gözde silahları ise akıl, bilgi ve cesaret… Cesaretin varsa direnebiliyorsun ancak, aklın ve bilginle…
Hayat insanı bazen öyle bir köşeye sıkıştırır ki feleğini şaşırırsın. Ezilip büzülür, kırılıp dökülürsün. Bir çıkış arar bulamazsın. Kıvranırsın çaresiz. Kapkaradır tüm evren. Sonra bu karanlık bir yerinden yırtılıverir aniden. Ufaktan sızar aydınlık. Giderek genişler, büyür… Artık apaydınlıktır ortalık. Doğrulur kalkarsın. Şöyle bir bakarsın etrafına, kimseyi göremezsin. En koyusundan bir yalnızlıktır seni içine alan. Ama ışık var! Umutların, hayallerin de varsa… iş değişir o zaman. Eğilir toplarsın parçalarını. Toplarsın kırık dökük ne varsa. Sonra tekrar doğrulur kalkarsın ayağa; hayata karışmak için yeniden…
İnsan özünde yalnız bir yaratıktır; doğarken de yalnız, ölürken de… Peki yaşarken?.. Bu soruya atasözleri öylesine güzel yanıtlar veriyor ki üstüne söz söylemek anlamsız. Art arda sıralamaya kalksak yazı dizisi olur. Biliyorsunuz atasözleri, insanoğlunun binlerce yıllık yaşam deneyiminin damıtılmış özetidir. Yabana atılmaya gelmez. Mesela şu çok bilinen sözü alalım: “Düşenin dostu olmaz.” Düşen insan yapayalnızdır sahiden de. Bir kez ayağın tökezlemeyegörsün, bir tek can, bir tek nefes bulamazsın yanında. Ve işte o zaman anlarsın ki… yıllarca hayat diye yaşadığın, meğer bir yalandan ibaretmiş. Aslında yıllarca yalnız yaşamışsındır farkında olmadan.
“Hayat yaşamaya değer, der sanat, o güzel ayartıcı; hayat anlamaya değer, der bilim” diyor Nietzsche. Ne var ki hayat haksızlıklarla da doludur bir yandan. Haksızlığa uğramayanımız yoktur sanırım. Önemli olan yılgınlığa düşmemek. Mücadeleyi elden bırakmamak. Yenilgiyi kabullenmemek. Hiçbir zafer, yenilen yenilgiyi kabul etmedikçe kazanılmış sayılmazmış ya… bunu unutmamalı! Yüzümüz hep hayata dönük olmalı!
İnsanı canlı tutan şey umutları ve hayalleridir. Umut edebildiğimiz ve hayal kurabildiğimiz sürece yaşıyoruz demektir. Ötesi, sadece nefes alıp vermekten ibaret. Ben böylesi bir yaşamaya yaşamak diyemiyorum. Umudumuzu hep canlı tutarak hayallerimizin peşinden koşmalı… Koşmalı ki yakalayabilelim.
Türkçemizin, hayatı tepeden tırnağa mücadele demek olan o büyük şairi diyor ki:
“Yaşamak şakaya gelmez, / büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın / bir sincap gibi mesela, /yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, / yani bütün işin gücün yaşamak olacak./ (…) / Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak yani ağır bastığından.” (Nâzım Hikmet)
Cervantes ise, “Cesur olanlara gülüyor ancak talih” diyor ve ekliyor : “Dediklerimi anlamıyorsanız, söylediklerimi saçma bulmanızda şaşılacak bir şey yok.”
İnadına gülümseyin!