Yayınlanma Tarihi: 5 Mart 2015 — okunma
Merhaba sevgili Mine,
Nasılsın? Umarım daha iyisindir. Mektubunun geç kaldığından söz ediyorsun ya, mektup yazmış olman bile başlı başına çok değerli bence. Bu zamanda bir mektubu, yüzlerce e-mail’e tercih ederim doğrusu. Varsın geç kalsın, ne çıkar. Hem mektup beklemenin de apayrı bir güzelliği, tadı yok mu? Yalnız biraz karamsar, biraz hüzünlü buldum seni. Yoksa bana mı öyle geldi? İşyerinde sıkılıyor olmanın insanı nasıl bir hale getirdiğini aslında ben de çok iyi bilirim. Ama işini severek yapan kaç kişi var ki dünyada? Kanımca hobilerini işleri haline dönüştürmeyi başarabilmiş olanlardır sadece işlerinde mutlu olanlar.
İşini bırak diyemem elbette, tahminin çok doğru. Bunu kimseye söyleyemem. Çünkü bu, sorumluluk ister ve o kişiyi iyi bir iş bulana dek maddi ve manevi bakımdan destekleyebilecek güçte olmayı gerektirir. En azından ben böyle düşünüyorum. Ama, “Benim durumumda olsan sen ne yapardın” diye soracak olursan o başka. Hemen söyleyeyim, bir dakika dahi durmaz, gözümü bile kırpmadan, bir kez olsun arkama bakmadan çeker giderdim. Evet, bu kadar eminim. Çünkü ben bunu birkaç defa yaptım; hem de her seferinde başka hiçbir gelirim ve param yokken… O anda yapılabilecek en doğru ve tek şey o olduğu için yaptım. Hatta bir keresinde iki yıllık bir projede çalışıyordum ve iki ay daha katlansam yüklü bir tazminat alacakken bırakmıştım işi. Nuh deyip peygamber dememiş, bütün ikna çabalarını boşa çıkarmıştım. Şimdi pişman mıyım diye kendimi şöyle bir yokluyorum da… ı-ıh, hiç pişman değilim. Eğer o zaman öyle davranmamış olsaydım bugün kendimle barışık olamazdım. Bak işte sana şunu da kesinlikle söyleyebilirim ki bugüne değin yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Eğrisiyle doğrusuyla hepsi bana ait. Ama gene de… sen bana uyma istersen.
İdare müdürün, biliyorsun bir süre benim de idare müdürüm olmuştu; o yüzden iyi tanıyorum kendisini. Gerçek şu ki yaptığına şaşırdığımı söyleyemem. Öyle bir karakterden saygıdeğer bir davranış beklenebilir mi ki zaten? Hem, idareci olmak için de işini iyi yapıyor olmak her zaman yetmiyor maalesef. Bazı patronlar başka özellikler de arıyorlar çalıştıracakları elemanlarda. Ee, o özellikler de bu zatta fazlasıyla mevcuttu. “Arsız neden arlanır, çul da giyer sallanır” dememiş mi atalarımız. Aslında, “İbadet de gizli, kabahat de gizli” de demişler ama artık arsızlık, yüzsüzlük öylesine aldı yürüdü ki, pek aldıran yok böyle şeylere. Ancak rahatsız olmakta yerden göğe kadar haklısın. Ben de olsam rahatsız olurdum. Galiba yeniden böyle bir durumla karşılaşmamak için mesafeyi yeterince açmakta yarar var. Ne dersin?
Arsızlıkla, yüzsüzlükle ne derecede ilintili bilemedim ama her nedense bu olay bana bir anımı çağrıştırdı. Bak anlatayım. Mezun olduktan epey yıl sonra kadınlı erkekli bir grup okul arkadaşı Üsküdar’da, deniz kıyısında bir çay bahçesinde oturuyorduk. Pırıl pırıl güneşi, mis gibi kokusuyla güzel bir bahar günüydü. Yanımıza biri yaklaştı. Uzaktan görmüş, tanımış bizi. Buyur ettik, oturdu. O zamanlar okulda ‘ot’ diye adlandırdığımız, siyasete bulaşmayan, etliye sütlüye karışmayan, dersinde eğlencesinde olan öğrencilerden biriydi. Biraz sohbetten sonra, artık birçoğu evli olan erkek arkadaşlarımızdan birine, “Yaa siz herkese bacı diyordunuz ya, okulda bütün kızlar bize kalıyordu” deyivermişti pis sırıtışıyla. Bir kez daha anlamıştım ki insan öyle kolay kolay değişmiyor. Bana göre karakter hiç değişmiyor da zaten belki kendine bir şeyler katıp kendinden bir şeyler eksiltebiliyor insan. Yoksa ana yapı hep aynı kalıyor. O da hiç değişmemişti işte. ‘Ot’ gelmiş ‘ot’ gidiyordu yani. Boşuna dememişler, insan yedisinde neyse yetmişinde de odur, diye.
Birtakım anormalliklere hâlâ şaşırıyor olabilmen ise bence çok sevindirici. Çünkü her şeyi kanıksamadığını gösterir ki geleceğe dair umuttur bu.
Yeni mektuplarda buluşmak dileğiyle kucak dolusu sevgiler… Her şey gönlünce olsun.
Semra