Yayınlanma Tarihi: 19 Haziran 2014 — okunma
Bu kış bize uzun geldi biraz. O yüzden takvimin baharı göstermesini sevinçle karşıladık. Ancak çoğu insan gibi biz de umduğumuzu bulamadık gelen mevsimden. Hüsrana uğradık. Neredeyse koca baharın tamamı, kapkara bulutlarla kaplı, asık suratlı, homur homur bir gök kubbe altında geçti. Derken bir sabah gözlerimizi, ilkbahara yakışır güzellikte bir güne açtık. Pırıl pırıl bir güneş, masmavi bir gök, usul usul, mışıl mışıl bir denizdi bizi karşılayan; şaşırtarak… Şaşırmıştık, çünkü tam bahardan da yazdan da umudumuzu kesmiş, “Artık kış gelsin de adını koyalım şu havaların” duygusundayken yakalamıştı bizi bahar.
Kızımı okuldan aldım. Tutturdu yine her zamanki gibi ille de dolaşalım diye. Bütün derdi günü deniz kıyısında, kumsalda oyun oynamak. Boynunu bir tarafa bükmüş, ellerini çenesinin altında kenetlemiş, dikmiş boncuk gözlerini maviş maviş bakıyor: “Lüüütfeeen anne! Lütfeeen!” Hayır demek imkânsız! Hem hiç de haksız sayılmaz. Şimdi bu güzelim havada, saatlerce sınıfın o oksijensiz, tozlu ortamında sıkılıp bunaldıktan sonra deniz kokusuyla arınmadan eve gitmek olur muydu? Olmazdı. O halde o doğru kumsala, ben hemen kumsalın yanı başındaki ağaçların gölgesine…
Açtım kitabımı güya okuyacağım. Ama ne mümkün! Ne deniz izin veriyor, ne gökyüzü… Kuşlar deseniz bir başka âlem; biri konup diğeri kalkıyor. Şaşılacak şey, burada kuşlar da öyle kolay kolay kaçmıyor insanlardan. Bir güvercin gelip elime çarpıyor. Manzara ise, seyret beni, çağrısında. Gözümü alamıyor, bu çağrıya teslim olup seyre dalıyorum.
Bir süre sonra tekrar okumaya dönüyorum; taa ki bir el gelip sol omzuma dokunana kadar… Ne olup bittiğini anlamak için tam kafamı çevirmiştim ki elin sahibi yer değiştirdi. Kafamı hemen diğer tarafa çevirdim. İnce uzun denilebilecek yapıda gencecik bir erkek palyaço, -evet evet, rengârenk kılık kıyafeti, makyajıyla bildiğiniz palyaço- yanında iki kız arkadaşıyla hem yürüyor hem de suratında kocaman bir gülümsemeyle bana el sallıyordu. Arkadaşları ise onun bu davranışına gülüyorlardı ama bu gülüşleri sanki biraz tedirginlik, biraz da özür barındırıyor gibi geldi bana. Sanırım verebileceğim ters bir tepkiyi hesaba katmışlardı. Ani bir refleksle, en az onlarınki kadar içtenlikle karşıladım selamlarını ve onlarınki kadar kocaman bir gülümsemeyle uğurladım sevimli palyaço ve arkadaşlarını. Ve bunu, insana umut aşılayan bir anı olarak belleğimin bir köşesine kaydettim. Genç palyaço ve arkadaşları, muhtemelen ya fakültenin öğrencileri ya da belediye tiyatrosunun oyuncularıydılar. Belli ki bu güzel ilkbahar günü onların içini de neşeyle doldurmuştu. Dilerim bu coşkuları hiç kaybolmaz.
Bu arada kızım kumsalda taş, deniz kabuğu, dal, yaprak, ot ne bulduysa kullanarak kocaman bir bahçe yaptı. Dalmış gitmiş oyununa. Çok iyi biliyorum ki şu anda masalsı, düşsel bir diyarda. Onu rahatsız etmiyor, sadece seyretmekle yetiniyorum. Ve tekrar kitabıma dönüyorum.
Aradan çok geçmemişti ki hemen önümde iki çocukla, anneleri olduğunu tahmin ettiğim bir kadının deniz kabuğu toplamakta olduklarını fark ettim. Okulöncesi çağında olan küçüğü kız, büyüğü erkek iki çocuk ve siyah çarşaf giyinmiş anneleri… Annenin sadece gözleriyle burnu görünüyor, bu açıklık yüzünde bir üçgen oluşturuyordu. Biraz dolaştılar. Konuştular. Kumla oynadılar. Benim iletişim ustası kızım bir anda çocukları annelerinden koparıp almayı başardı ve oyununa dahil etti. Anne ne yapsın, şöyle bir baktı etrafına, sonra da benim oturduğum banka yöneldi ve gelip yanıma oturdu.
Selamlaştık. Tanıştık. Sonra oradan buradan konuşmaya başladık. Söz dönüp dolaşıp çocuk eğitimine kadar geldi. Onun referansları daha çok dini kaynaklar olmakla birlikte, yine de hep aynı ortak doğrularda buluştuk. O kadar kaynaştık ki yalnızca bir saatlik süre için oturduğum banktan iki-buçuk saat sonra zoraki kalktım. Yeniden karşılaşmayı umarak vedalaşıp ayrıldık. Eve dönmenin zamanı çoktaaan gelmiş de geçmişti bile.
Kızımla caddeyi geçtik. Tam bizim sokağa dönecekken bir otomobil aniden durdu önümüzde. Nedenini anlamak için biz de durduk. Arabayı kullanan genç adam arabadan indi. O an arabanın hemen önünde duran köpeği gördük. Adam köpeğe doğru yürüdü. Başını okşadı. Bacağını kontrol etti. Bütün bunları yaparken köpekle bir insanla konuşur gibi konuşuyor, canının yanıp yanmadığını soruyordu. Anlaşılan köpeğe çarpmıştı. Baktı ki sorun yok, tekrar arabasına binerek uzaklaştı.
Güzel bir ilkbahar günüydü. İnsana olan umudum tazelendi.