Yayınlanma Tarihi: 15 Eylül 2015 — okunma
Demokrasinin en büyük düşmanı rakiplerin birbirini suçlamasıyla halkın tedirgin edilmesidir. Böyle olunca sessiz çoğunluk biz adam olmayız duygusuna kapılır, buna dur diyebilecek bir otorite özlemi içine girer. Darbe özlemleri başlar kitleler içinde. 12 Eylül öncesinin karanlık tarihinin farklı bir versiyonuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum. O zaman da oy kazanmanın rakibi suçlama olduğunu düşünüyordu siyasetçiler. İstisnasız hepsi akıl tutulması içindeydi. Zamanın siyasetçilerinden Ordulu Sayın Ertuğrul Günay da bu suçlamaların içinde rol almıştı sol adına. Şimdi akıl tutulmasından söz ediyor, belli ki tarihi hatırlamış ve hatırlatmak istiyor. Niyeti buysa ne mutlu!
Darbe öncesi bu bölünmüşlük, tekrar demokrasiye geçilince Merhum Özal’la bitmişti. Rahmetli ellerini birleştirip dört siyasî eğilimi bir araya getirdiğini açıklamıştı. Bu bir uzlaşmaydı. Halktan onay gördü. Sonra gelen liderler onun bu birleştirici özelliğini gösteremediler ve Anavatan Partisi oy kaybetmeye başladı. Ardından koalisyonlar, krizler… Esnaf Başbakana kasa atacak noktaya geldi. Bunalıma sürüklenmişti halk; nerede adalet, nerede kalkınma diyordu ki başarılı belediye hizmetleriyle dikkat çeken bir ekibi iktidar etti.
2002’den beri tek parti iktidarıyla bir kalkınma hareketi yürüyordu ki 2013’ten bu yana kısır çekişmeler başladı yine. Paralel devlet kavramı atıldı ortaya. Buna karşı da yolsuzluk iddiaları…. Medya bölündü. Bundan bunalan halk, 7 Haziranda uzlaşın mesajı verdi ama herkes benim doğrularım dedi. Şimdi tekrar seçime gidiliyor suçlama furyası içinde. Ortak akıl devreye giremiyor bir türlü. Kusur bulma yoluyla siyaset üretiliyor maalesef. O kadar ileri gidildi ki Merhum Türkeş’in mezarı bile siyasî çekişme konusu yapılabildi.
Benzer senaryo 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarıyla oynanmıştı, bundan ders almamız lazım demiyor hiçbir siyasetçi. Tarih ders alınmadığı için tekerrür ediyor yani.
Millet sistem, proje, ekonomik çözüm, iç barış özlemi içine düştü yine. Çok yazık! İktidarları zaafa uğratmak isteyen iç ve dış güçler tarih boyunca hep oldu, olmayı da sürdürecek. Bu nedenle Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye şu vasiyetini hatırlamalı bence: ”Ey oğul, artık Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoş görmek sana. Anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Haksızlık bize, bağışlamak sana…”
Buna göre suçlama-çatışma ortamını ortadan kaldırıcı belgeye ve hakemliklere dayalı halkın inanacağı açıklamalar iktidarda olanların yapması gerekendir. Muhalefetin de yarın iktidar olacağını düşünmesi, her icraatta bir kusur aramak yerine yapıcı önerileriyle halkın dikkatini çekebilmesi lazım. Halk huzursuz ve soruyor şimdi: Ülkeye terör yoluyla bir saldırı var, bunu sinsice yürüten görünmez elleri bağlayıcı tedbirleri almak için niye uzlaşmıyorsunuz?
Başbakan yardımcımız Sayın Numan Kurtulmuş milletin duası, Allah’ın rızası sözünü sıkça kullanıyor. Tarih boyunca büyük devlet adamları milletin duasıyla ulaşmışlardır menzile. Millet evlatlarının acısıyla kan ağlıyor ve terör belasından kurtulma duaları ediyor cenazelerde. Sayın Kurtulmuş’un dile getirdiği milletin duasını almak için uzlaşmak şart! İktidar ve muhalefetin hiç değilse bu konuyu siyaset üstü tutması gerek, yoksa…(!)