son haberler

Yaşamak, Yaşlanmak

Yayınlanma Tarihi: 18 Aralık 2014 okunma

Semra YİĞİT smryigit@gmail.com

Çarşının dar caddelerinde yürüyorum. Kış mevsiminin bu ayında çok nadir görünen güneşin bahşettiği bir avuç ışıklı sıcaklığı yakalayıp yaşam enerjisine dönüştürmeye çalışıyorum. İnsanlar günün telaşı içinde -kimi hızlı kimi yavaş- bir yerden bir yere gidip geliyorlar. Gürültü de trafik de büyük şehirlerdekini hiç aratmıyor hani. Bu arada kendimi Ünye’deki toplumsal yaşam üzerine düşünürken buluyor, gözlemlerimden birtakım sonuçlar çıkarıyorum. Mesela…

…mesela Ünye’de insanların büyük çoğunluğu kabile hayatı benzeri bir yaşam sürdürüyor. Topluluk halinde yaşıyorlar. Buradaki ev kadınları genellikle yalnız dolaşmazlar. Yanlarında mutlaka akrabadan ya da komşudan bir ya da birkaç kadın bulunur. Sakın abarttığımı düşünmeyin, neredeyse uyku dışında günün her saatinde beraberler. Birlikte kahvaltı eder, birlikte alışverişe çıkar; misafirliğe, fatura yatırmaya, bağa bahçeye, hastaneye postaneye pastaneye hep birlikte giderler. Tek başına dolaşma becerisine sahip olanlarsa ancak çalışan kadınlar ve öğrenciler arasından çıkar. İlk bakışta bize bu görüntüyü sunan tablonun özüne inildiğinde de durum bundan farklı değildir. İnanın bu yaşam biçimini sadece izlemek bile başımı döndürmeye yetiyor. Doğaldır ki her altyapı kendi kültürünü yaratıyor ve hiçbir şey ekonomiden bağımsız olarak düşünülemez.

Oysa böyle yaşamak, benim için yok olmak… evet evet, yok olmak demek. Yalnızlığı severim ben; okumayı, düşünmeyi, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, kendimle baş başa kalıp iç dünyama yolculuklara çıkmayı… Ne diyor Nietzsche: “Komşunuzu kendiniz gibi sevin, ama ilk önce kendini seven kişiler olun; büyük bir coşkuyla seven, büyük bir hoşgörüyle seven!” Elbette arkadaşlıklar, dostluklar başımızın tacı; ama hayatların da kişisel sınırları olmalı öyle değil mi? Bu kadar iç içe geçmiş ilişkiler yorar insanı, öldürür hatta. Böylesi görüşmelerde tadına varılamaz ki sohbetlerin… hem zaten sohbet de kurulamaz ki.

Düşüncelerimi desibeli yüksek bir müzik dağıtıyor. Caddenin genel uğultusundan kurtulmayı başarabilen bu asi sesin kaynağını merak ediyorum. Bir arabadan mı taşıyor? Yahut bir dükkândan? Hayır, ikisi de değil. Giderek yükselen sesin geldiği noktaya dikkatlice baktığımda ise orada, sağ elindeki bastonuna dayanarak neredeyse bir ayak boyu adımlarla ilerleyen iki büklüm olmuş yaşlı bir adamdan başka bir şey görmüyorum. Acaba ondan mı yayılıyor bu ses? Ama nasıl? Omzundan çapraz bağlayarak sırtına ve göğsüne birtakım eşyalar asmış olan bu yaşlı adamın yanından geçerken rahatsız etmemeye özen göstererek göz ucuyla şöyle bir bakıyorum. Evet, bize bu bangır bangır türküyü dinleten küçük portatif radyo onun boynunda asılı. Bu görüntüyü yakalayabilen herkes, bir an kendi düşüncesinden sıyrılıp gülümseyerek ona bakıyor, sonra da yoluna devam ediyor.

Gözlerimi radyodan çekip yaşlı adamın yüzüne çeviriyorum. Bakışları yere dönük. Dünyadan bu kadar uzakta olabilir mi bir insan, ayakları böyle yere basarken?.. Yüzünde nasıl bir sükûnet, nasıl bir huzur var, anlatılamaz. Şu koskoca gezegende tek başına yürüyor sanırsınız, o aynı ağır aksak temposuyla. Bir an onun bu hali endişelendiriyor beni. Ne yapacak, nasıl ilerleyecek şimdi? Adımlarımı yavaşlatarak onu izliyorum. Dar caddelerin oluşturduğu kavşaklardan birine gelince duruyor ve son derece dikkatli, rahat hareketleriyle beni şaşkınlık içinde bırakarak yolun karşısına geçiveriyor. O zaman anlıyorum ki benim dikkatim onunkinden daha dağınık.

Ne var ki bu yaşlı adam kendisiyle birlikte düşüncemin de yönünü değiştiriyor. İlkin, “Yazık, gençliğe özgü gururla başı dönmüş, güçsüz ve cahil yaratıklar yaşlılığı görmüyorlar” diye bağıran genç Buda’yı düşürüyor aklıma; ardından da, “Hayat, oldukça uzun yıllar sürmüş olan erginlerle ihtiyarları meydana getirir” diyen Proust’u. Simone de Beauvoir’ın düşüncesine göreyse, “İhtiyarlık kadar beklenmedik, ihtiyarlık kadar akla gelmeyen hiçbir şey yoktur”. Bana sorarsanız, bu kadar kavgalı, bu kadar savaşlı bir dünyada artık yaşlanmak da herkese nasip olmayan bir ayrıcalıktır. Siz ne dersiniz?..

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Her Şey Tatsız Tuzsuz

5 Mart 2020 okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve... Devamını Oku

Yol, Yolculuk, Bir Avuç İnsan ve Einstein

30 Kasım 2018 okunma
“Alıp başımı gitmek. Atsız arabasız/ Alıp başımı düşlerin çıkmazından/ Karışmak taşa toprağa. Yolculuk…” (Rıfat Ilgaz) Oldum olası severim yolculukları; en çok da otobüs yolculuklarını… Hızla geriye akan manzarayı seyrederken düşüncelere... Devamını Oku

Hüzün, Melankoli ve Şiir

12 Aralık 2017 okunma
Son zamanlarda bir garip hüzün dalgası arada bir yoklayıp duruyor beni. Bu da neyin nesi? Nereden çıktı şimdi bu hüzün? Tüm olumsuzluklara rağmen kendimi bile hayrete düşürecek kadar umut dolu değil miyim ben?.. Françoise Sagan’ın bir çırpıda okunuveren o... Devamını Oku

Bir Şenay Varmış… Meğer Hayalmiş

10 Mayıs 2017 okunma
“Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim.” (Halide Edip Adıvar) Benim dünyalar güzeli melek kardeşim, senin hakkında yazacağım nereden gelsin aklıma. İnsan bu kadar iyi, bu kadar güzel, bu kadar hayat dolu olur da, hiç bu kadar yakın durur mu... Devamını Oku

Özlem

1 Aralık 2016 okunma
En yakıcı duygulardan biridir özlem. Kimi için sıla, kimi için sevgili; kimine göre çocuk, kimine göre ana-baba-kardeştir. Şarkılar onu söyler, şiirler onu haykırır. Özlemi yazar öyküler, tablolar onu resmeder. Özlem değer vermektir, sevmektir özünde.... Devamını Oku

Hayatın İçinden

15 Nisan 2016 okunma
Mevsimler her ne kadar eskisi gibi olmasa da yine de geliyor bahar, yine de geliyor yaz. Doğa yeniden canlanıyor ve kuşlar bir başka ötüyor bu mevsimlerde. Fındık bahçelerinde dolanırken “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü hatırlarım hep. Fındık... Devamını Oku

Sahi, Öğretmenlere Ne Oldu Böyle?..

3 Mart 2016 okunma
Belediye hoparlörünün tiz, gıcırtılı sesi ortalığı kaplıyor. Kadın görevli, bir konferansın anonsunu yapıyor: “Ahir Zamanda Kadın konulu konferans bugün…” Doğru mu duydum acaba? Ahir zamanda mı dedi? Neyse ki anons ikinci kez tekrarlanıyor. Pür... Devamını Oku

Arkadaşımın Mektubuna Cevap (3)

10 Şubat 2016 okunma
10 Şubat 2016 Canım Arkadaşım, Biliyorum, cevabım epeyce gecikti. Fırsat bulup yazamadım bir türlü. Kusura bakma n’olur. Yazın ortalarına doğru almışım son mektubunu. Okullar tatildeyken yani. Kıskançlık konusunda kalmışız. Düşüncelerine katılıyorum... Devamını Oku

Biri Bana Bunları Açıklayabilir mi?..

7 Ocak 2016 okunma
Karın bembeyaz aydınlığı salonun her tarafına yayılıyor. En kuytu köşeler bile ışık içinde. Yumuşacık, lapa lapa yağan karı seyrediyorum camdan. Uzun zamandır bu kadar yoğun bir kar yağışı görmemiştim. Kalınlığı en az elli santimetreyi buldu.... Devamını Oku

Arkadaşımdan Mektup Var (3)

9 Temmuz 2015 okunma
Sevgili Semra, Her şey yolunda mı, iyi miyim, kötü müyüm, inan ki ben de bilmiyorum. Hayatım birden bire değişti. Şahin yurtdışına gidiyor… gitmek zorunda. Aniden ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayamadım henüz. Duygularım bir o yana bir bu yana gidip... Devamını Oku