Yayınlanma Tarihi: 12 Haziran 2014 — okunma
Çok üzücü, çok sarsıcı, çok çook derinden yaralayıcı… Ama kanımca atlamamak gerekir bu tür haberleri; o kadar hayhuyun içinde kaynayıp gitmemeli… Çünkü içinde yaşadığımız toplumu anlatıyor bize; dillerin en acısıyla…
İşte sapıklık ötesi bir olay. Planlı programlı. Bir organize sapkınlık örneği: Adana’da Mehmet Ö. adlı bir ilkokul öğretmeni, 12 yıl önce 4.5 yaşındayken koruyucu aile olarak aldıkları kız çocuğu N.G.’ye o zamandan beri cinsel tacizde bulunuyor. Çocuk büyüyüp de kendisine yapılanın kötü bir şey olduğunu anlayınca durumu savcılığa bildirmeye karar veriyor. Evde kimsenin olmadığı bir gün Mehmet Ö.’nün yanına geleceğini tahmin eden çocuk, cinsel tacizin görüntüsünü elde edebilmek için cep telefonunu ayarlıyor. Fakat Mehmet Ö. çocuğun odasına girip soyunurken gömleğini kanepedeki cep telefonunun üzerine atıyor. Bu nedenle kamera görüntü alamıyor. Cep telefonu sadece sesleri kaydediyor. Bu kayıtla savcılık harekete geçerek soruşturma başlatıyor. Kız çocuğunun psikiyatr eşliğinde alınan ifadesinde, aileye girdiğinden beri Mehmet Ö.’nün çocuğa şiddet uyguladığı ve cinsel istismarda bulunduğu, bu cinsel istismarları ise cep telefonuyla kaydederek bilgisayara yüklediği anlaşılıyor. Bu ifade üzerine Mehmet Ö.’nün CD’lerine ve bilgisayarına el koyan polis yaptığı araştırmada, öğretmenin bilgisayarında ve CD’lerinde çocuk pornosu görüntüleri, çok sayıda çocuğa ait gizlice çekilmiş resim ve banyo görüntüleri bulunduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Kahrımdan öleceğim! Bu bir ilkokul öğretmeni! Düşünebiliyor musunuz, küçücük çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir ilkokul öğretmeni! Ve bu bir pedofil. Öğretmen diye, evli diye, yaşını başını almış diye çocuk teslim ediyorlar “adam”a. Şimdi bu ve bunun gibi sapıkları ne yapmalı? Üstelik bir de isimleri gizli tutuluyor. Koca koca puntolarla yazsanıza herkes iyice görsün. Yasaya mı aykırı? Yasalar yeniden düzenlensin o halde. Buna benzer, tahmin edemeyeceğimiz kadar çok sayıda olay mutlaka yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
Bu toplumda sadece evlatlıklar mı tehlikede? Kesinlikle hayır. İşte size bir de insanın kanını donduran öz baba örneği: Ankara’da yaşayan F.İ. adlı kız çocuğu defalarca babasının cinsel tacizine uğruyor. Bu durumdan iyice bunalan çocuk, annesine ve okuldaki rehber öğretmene durumu anlatıyor. Anne önce boşanmak istiyor. Söylenildiğine göre baba, yaptıklarını kabul ederek özür dileyip tövbe ediyor. Bunun üzerine anne, “Bunu bir de Diyanet’e soralım” diyor. Çocuk, okuldaki din dersi öğretmeninden Alo Fetva hattının numarasını ediniyor. Hep birlikte arıyorlar Diyanet’e ait numarayı; hoparlörü açık bir telefondan… Telefona cevap veren hocanın tavsiyesi şu oluyor: “Eşiniz özür dilediyse affedin, evlilik birliğini devam ettirin.” Baba, rehber öğretmenin şikâyeti üzerine tutuklanıyor. Tahliye olsa bile 6 ay boyunca kızına yaklaşamayacakmış. Aman ne iyi! Ya sonra, 6 ay sonra ne olacak?.. O çocuğun psikolojisi üzerine kafa yoran var mı? Peki sosyal hayattaki yeri neresi? Kutsal kabul edilen babalığın düşürüldüğü duruma mı dikkat çekmeli, yoksa hayatı dini ölçülere göre yaşamanın ulaştığı boyuta mı?.. Burada, “Kutsallık atfedilen her şeyde sömürü vardır” sözünü hatırlıyorum.
Bu haberler peş peşe geliyor; aralıksız… Nefes aldırmıyor. Dur durak bilmiyor. İnsanı serseme çeviriyor. Ve benzer haberler, bu yazıyı yazarken bile akmaya devam ediyordu. Bu tip haberlere gözünü, kulağını kapatarak “yaşayan” ve bunu da kendi psikolojisini korumak adına yaptığını söyleyen bir sürü insan tanıyorum. Kendilerince haklı nedenleri olabilir. Ama bir de, “Bu tür olaylar duyuruldukça daha da yaygınlaşıyor” düşüncesinde olanlar var ki onlara kesinlikle katılmıyorum. Bu korkunç gerçekleri; bu küçücük, çaresiz, kimsesiz çocukların acılarını görmezden gelmek, üstünü örtmek, hiç yokmuş gibi davranmak, aksine bu vakaların daha da artmasına çanak tutmaktır. İnsan, yok saydığı bir şeyle nasıl mücadele edebilir?..
Bu nitelikte olmasa bile bir hayli düşündürücü ve sarsıcı bir haber de Konya’dan, Konya Selçuk Üniversitesi’nden düştü gündeme. Cinayet, terfi etti yani. Artık üniversite bazında işleniyor. Sekreter Asuman’ın âşıkları koskoca bir profesör ile bir doçent, öldüresiye rakip oluyorlar. Üstelik profesörün eşi de aynı üniversitede dekan. Profesör, evli ve bir çocuk annesi sekreter Asuman uğruna doçentin boğazını kesiyor; artık öncesinde mi sonrasında mı bilmem, karnına da iki bıçak darbesi indiriyor. Ne demeli?.. Sözün bittiği yer diyoruz ya sıkça, demeyelim bunu. Çünkü sözün hakikaten bittiği yerde, söyleyecek söz bulamıyoruz sonra.
“Bu tür olaylar dünyanın her yerinde oluyor” elbette. Ancak oranlara bakıldığında bizdeki durumun çok daha vahim olduğu görülüyor. Bir de “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışımızdan kaynaklanan sır küpü toplum yapımızı hesaba katarsak, eldeki verilerin aslında gerçeğin çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu görmemiz hiç de zor değil. Eskiden bu haberlere gazetelerin 3. sayfaları yeterdi. Şimdi öyle mi? Bütün gazeteyi ayırsanız gene yetmez; sayfa sayısını da artırmak gerekir. Topyekûn 3. sayfa ülkesi olduk yani.