Yayınlanma Tarihi: 1 Ocak 2016 — okunma
24 Ekim 1980
Binlerce hücrenin yarattığı şiirdir insan. İnsan soyumun sonsuz üretkenliğinde eğer bana bir yer varsa benliğime dair annem ve babam evrimden beri kaderin işçileridir… ihtilalin gölgesinde hep süt kokar dişlerim…
24 Ekim 1981
Ben ilk doğum günümü bile anlatamam size. Zira büyüklerim insan büyütmekten hatıra biriktirmeyi pek düşünmemişler anlaşılan. Neye ve nereye yürüyeceğimi bilmeden paytak adımlarım yaşlılığımın ilk adımlarıdır aslında. Yürümeyi öğrendik hepimiz, ayaklarımız yollara ne hatıralar anlattı…
24 Ekim 1982
Gülmek, dokunmak, acıkmak, sevinmek, oynamak… Bilinçaltımın iplerimi sıkı sıkıya tuttuğu zamanlarda nice yüzler ve eller geçti hayatımdan. Bir tek senin dokunuşların saklı kaldı yanaklarımda anne…
24 Ekim 1983
Sana en çok kalbimi uzatıyorum ey sokakların bazen kirli bazen de yıkanmış sözcükleri. Gizlendiğin kuytularda annem ve babamdan öğrendiklerimi öldürme. Oyunlarını maviye boyayan bir işçi çocuğuyum ben…
24 Ekim 1984
Okulun bahçesinde mavi-kara önlüklü çocuklar görmüşüm bir gün benden ve hayallerimden büyük. Belediye top dağıtacakmış, annemle sıraya girmişiz. Hiç çekinmeden dalmışım önlüklülerin arasına. Gelecekte neyi sökeceğimi bilmeden sürekli dikmişim kendimi kişiliğime… O gün top odadaki camı kırmış neşemden fırlayıp…
24 Ekim 1985
Annem ev hanımıdır, babamsa ise fabrikada işçi… Yaz aylarında fazla mesaidir sokaklarda babamı beklediğim. Siz babanızla sokak arasında kaç kere top oynadınız?
24 Ekim 1986
Kaç kartopu bir baba eder kışları? Küçücük dünyasında kardeşiyle sürekli hayatı eşeler bir çocuk. Öğrenme başa bela bir süreçtir. Yapışkandır, tutkulu bir sevgili gibidir. Ben yalnızlığı önce evlerden öğrendim, paylaşmayı oyuncaklardan.
24 Ekim 1987
Okul yolu nasıl gider? Bahçede ağlayan çocuğu şeker kesmez ki! İnsanlık andımı okulda başlatmışım. Çocuğumu okula gönderince anladım. Bir kalem kaç hayal eder? Bir silgi kaç ayrılık? Bir suluk kaç teneffüs gider? Beslenme çantası kaç hayat öğretir? Defterimdeki cızırtı hiç gitmiyor yüreğimden. Bir de okula başladığım ilk gün annemin gözlerinin içindeki gözlerim…
24 Ekim 1988
Sokakları arşınlıyoruz kardeşimle. Evin altını üstüne getiriyoruz. Babam işte, annem çıldırma nöbetlerinde. Büyüdükçe çatallaşıyor erkekliğimiz. Üç erkek bir kadına tarih yazdırıyoruz. Emeğin ve alın terinin tarihini.”okumayı sökmüştüm dikmek yıllarımı alacaktı.” annemi okumak ise bütün bir ömrümü…
24 Ekim 1989
Bazen bilinçaltımı deşip geçiyorum. Büyümenin verdiği sıkıntı ve acı mı boğazıma takılan yoksa be daha piyasaya mı bilmiyorum. Hayatı sökmeye çalışırken babamı çağırıyorum. Babam evde de işçi hep. Annemin, yüzü ve sesi bende daha çok saklıdır. Bazen bilinçaltımı daha çok deşiyorum: hep bir çocuk biriktiriyorum içimde, şimdi de…
24 Ekim 1990
Nesneleri ve kavramları öğrendikçe bunları hayallerle işlerseniz şiir olurmuş… Bir çocuğun hayatında iki tane kurdele vardır: mavi ve kırmızı. Mavi şiire götürür insanı, kırmızı aşka. Mavi arkadaş canlısıdır, kırmızı sevginin yongası. Mavi sınıftaki kızlara hava atmaktır, kırmızı yanağınızda patlayan ilk öpücükle hayata âşık olmaktır…
24 Ekim 1991
İlkokuldan kalan tek hatıra okulun kapısının önünde öğretmenimle çektirdiğimiz toplu fotoğraftır. Kimimiz mavi önlüklü kimimiz siyah. Kimimiz güleç, kızlar daha çok ağlamaklı. Şimdi hepimiz hayatın farklı defterlerinde farklı çizgileriz. Öğretmenimiz belki hayatta bile değil. Ne vefasız insanlarız. Çok istedim gençken ilkokul öğretmenimi ziyaret etmeyi. Neden çekindim de ziyaret etmedim, bilmiyorum. Bir öğretmenler gününde kocaman bir buketle kapısını çalıp ellerine sarılmak, kocaman kucaklamak isterdim. Neden mi? İçimde yıllardır büyüttüğüm şiiri, Türkçeyi bana sevdirdiği için. En çok onun yüzünü hatırlıyorum, nakşetmişim aklıma. Bir de ilk dans ettiğim kızı.
24 Ekim 1992
Öğrendim ki Karadenizliyiz. Fındık ve mısır kokarmış terimiz. Fındık bahçelerinde hayallerimizi genişletirken daha çocuğuz, işçilikten muafız. Köyün tozlu ve ırmak çakılı küçük sokaklarında, mektebin cüz inlemelerinde, ırmak boylarında ineklerin arkasında anılar biriktiriyoruz. Büyüdükçe işçilik elzem olduğunda anlayacağım ki hayatın tek adaleti emek üzerine kuruludur. Parmaklarıma yapışan fındık yağlarının siyah tortusunda yemek dolu tasa kaşık çalmaktır okuldaki hayat bilgisi.
24 Ekim 1993
Bedenim tüm kişiliğimi ele veriyor. Bilincim hayatıma daha çok müdahale ediyor. Sorguladığım onca kavram bana savaş açıyor. Başka çocukların değerleri zihnimi allak bullak ediyor. Sosyal yaşam çatıştığımız anlarda kendimi kaybediyorum. İtiraf edeyim, bu aralar epeyi tembelim. Başka insanların dersine çalışıyorum…
24 Ekim 1994
Bir kız bana günlüğünü veriyor. Öğlenciyiz, kışın karanlıkla çıkıyoruz okuldan. Nereden bulduysa beni tutuşturuyor defteri elime. Tanımam etmem kendisini. Evcilik oyunlarını bitireli çok oldu ama Türkçeyle sınanıyoruz anlaşılan. Dil hayatın vicdan mahkemesidir. Bir dil en güzel çocuklukta ve gençlikle süslenir. Sonraki gün beğendiğini söylüyor yazdıklarımı, çıkalım mı diyor okuldan sonra akşam. Kardeşim bana emanet, annem ve babam işte. Kapıma dayanıyor sınıftaki erkek arkadaşlardan biri. Ne kadar direttiysem ikna edemiyorum. İlk yalan. Doğum günü partisi. Sonra gezmeler soğukta yavaş yavaş. Sonra takip edilmeler. Sonra cezalar ilk ilk. Sonra okul günlükleri çok çok. serde erkeklik martavalları. Sonra dersler bir iki. Devamsızlık dokuz gün. İte kaka geçiyoruz sınıfı. Annem ve babam çalışıyor durmadan, ben kardeşime de bakıyorum. Sonra kızlar uğramıyor yanıma köşeme. Havailik yılları. Uçup gider duman gibi. Zihne çakıldıysa hatır olur. Sonra baba zılgıt ziyan.
(Devam edecek. Mutlu ve huzurlu yıllara…)