Yayınlanma Tarihi: 11 Temmuz 2015 — okunma
“Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala
Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma”
(Abdülkadir BUDAK)
Park, zamanın hızına yenik düşmeden insanı, hayatı ve arkadaşlığı bazen acımasız bazen de en tatlı yerinden deneyimlemekti bir bakıma. Sokak arkadaşlığının ve mahalle arkadaşlığının yanında park arkadaşlığının yeri vardı çocuk dünyamızda. Park sıcak ilişkilerin yeriydi, gelişmiş makinelerin yarattığı hızın kısa süreli doyumunun karşısında. Parka gitmek hayatı öğrenmenin belki de ilk iş deneyimiydi. Kızımı arada sırada parka götürdüğümde onu büyük bir dikkatle takip ettiğimde görüyorum ki park madde-ruh-insan üçgeninden o büyük dengeyi-dengesizliği yaşayan insanın kendini tanımasının en ucuz yoluydu. Paylaşmanın, beraber ortak iş kotarmanın, ekip çalışmasının laboratuarı olmakla beraber sevgililerin kaçak-göçek zamanlarsa buluşma yerleriydi aynı zamanda. İnsanın duygularını sokağa taşımasıyla oluşmuştur mahrem ve ahlaki kurallar. Bu kaçak-göçek zamanların en mahrem yerinin park olduğu yanlışı ne kadar da gençlerde ve genç sevgililerde uyanıklık hali yaratmasa da park aşkı öğrenmekti biraz da.
Bunları neden mi yazıyorum? Çünkü teknolojinin hızına yetişmeye çalışan insanın süper-teknik lunaparklar icat edildikten sonra kendine ve insan olma sürecine yabancılaştığını düşünüyorum. Park sosyal ve kişisel öğrenme vizyonu sunarken lunaparkın göz alıcı yeni nesil makinelerinin hazzı ve hızı doyurmaya yönelik tüketim araçları olduğu kanısındayım. Peki bu düşüncelere nereden varıyorum? Tabi ki insandan.
Siz hiç hayatınızda külüstür lunapark gördünüz mü? Parkların ve lunaparkların bu kadar revaçta olmadığı zamanlarda özellikle bayramlarda ve tatil günlerinde köy köy, kasaba kasaba gezen seyyar dönen salıncakların peşinden ben koşturmadım ama yaşı benden epeyi eski olanlar ve hızın girmeye akıl edemediği uzak diyarlardaki çocuklar bilirler nem demek olduğunu bu park hayalinin kıymetini. Park, dört gözle beklemekti o zamanlar ve kırsal şimdilerde. Çarşıdan gelecek bisküvi ve gazozlar gibi dört göz, sekiz kulak beklenirdi salıncakçının sesi köyün-kasabanın girişinde. Aslında külüstür lunapark dediğim bu salıncaklar veya kaydıraklar değil. Belki Türkiye’nin bir yerinden halen kendine tahtadan salıncak, kaydırak ve başka park araçları yontan becerikli insanlar vardır yüreğinde çocuk sevinci dinmeyen.
Siz hiç hayatınızda külüstür lunapark gördünüz mü? Gıcırdayan ve boyaları dökülmüş pek de cazibesi olmayan ilkel eğlence aletlerinin hikayesini dinlediniz mi hiç lunaparkçı amcadan? Hiç merak ettiniz mi hangi hikayeler saklıdır insanların yüzlerinde? Seyyar lunaparkıyla o diyar senin bu diyar benim gezerek “ekmek parası” kazanmak ne demek bilir misiniz? Külüstür lunapark, yaşlılığın ve hayattan kırgınlığın omuzlara ve gözlere oturmuş halidir Anadolu’da. Önce selam sonra kısa bir sohbetle hayat hikayesini sizinle paylaşan Anadolu insanı, gözlerinizdeki samimiyeti göründe daha da açılacaktır size. Hangi rüzgar atmıştır ta memleketinden bilmediği şehirlere onu?
Bizi gördüğünde çocuk tebessümü yitirmemiş yüzünü selamladık ilkin.
İçinde çocuk sevinci tükenmeyen insanın çocuğa bakışı ve onu tutuşu daha naif olur. Parkta hiç para vermeden sonsuz saatte eğlenmeye karşıt olarak her bir aracın ücretini vererek eğlendiğiniz lunaparkta önce cebini düşünür insan çocuğunu gözlemlemeyi değil. Olsun kıramadık ya “Nergis yavrusunu” pamuk eller cebe o zaman.
Onun bizimkine öyle içten ve güleç bakışının altındaki sırı merak ediyorum aslında. Konuşsam döker mi içini diye sorular soruyorum kendime. İnsanların hikayelerini seviyorum çünkü. Kimsenin aklına gelmeyen bir şehirde külüstür ve seyyar bir lunapark döküntüsüyle kim gelip çocukları eğlendirip para kazanır ki? Atalar demiş ya önce selam sonra kelam. Kısa bir selamlaşmadan sonra kelamın uzun süreciğini nereden kestirebilir insan? Biz sözcüğün ve bir bakışın her şeyin başlangıcı olduğu anlar gibi, insanı bekliyormuş insan. Dokunulmayı, önemsenmeyi ve yarenlik edilmeyi özlemiş meğer gıcırtılar arasından. Hayatın sillesini ve kahpeliği en yakınlarından yiyen günah mahkûmları gibi anlatıyor. İçini döküyor, sanki bütün irin dökülüyor içinden. Yediği kazıkların ve aldatılmışlıkların gölgesinde sürgüne dönen hayatının ayrıntılarını benimle paylaşırken bizimki hayatın sorunsuz akışından haz ve hıza devam ediyor. Makineler ilgisini çekiyor. Hıza dayanan hayatın küçük bir provasını yaşıyor sanki. Biliyorum, bundan daha hızlı bir makineye bindiğinde bu eskilerden nefret edecek, binmek istemeyecek. Hız bir kangren hali alıyor günümüz çocuklarında. Ne kadar hızlı yer bildirimi, ne kadar hızlı ilişkiler, ne kadar hızlı telefonlar ve eğlence araçları, ne kadar hızlı bilgisayarlar ve ne kadar hızlı insanlar. Dünyanın ve sınavların hızına yetişebilmek için hızlı okuma teknikleri diye kitaplar bile var artık. Yeni nesil hız kuşağı bu tekniklerle büyüyecek artık. Hayal kurmayacak, insanlar ilişkilerini yordamayacak, sözcüklerin büyüsüne kapılmayacak. Sadece hızlı okuyacak, hızlı anlayacak. Çünkü önlerinden hep sınav var.
Akşama doğru uğramıştık kızım, eşim ve ben bu külüstür lunaparka. Altmışına merdiven dayamış “lunaparkçı amcanın” içindeki çocuk sesi okunuyordu gıcırdayan oyuncak trenlerde. Ortaklarından büyük bir kazık yiyerek ta buralara savrulmuş, elinde kalan az bir sermaye ile o şehir senin bu şehir senin gezerek ekmeğini çocukların eğlencelerinden ve hayallerinden çıkarmaya çalışan yüzü güleç, eski patron, yeni emekçi bir gönül ehli vardı karşımda. Sordum bunca kazık, bunca acı ve arkadan vurulmuşluk duygusu içinde neden bu külüstür lunaparkla şehir şehir gezip de çocukları eğlendirmeyi ve mutlu etmeyi seçtin? Gayet olgun, kendinden emin ve gururlu bir ses tonuyla çocuk etti hepimizi o an:”Çocuklar zamanı ve parayı hayatı daha iyi yaşamak için; hayatını sadece zamana ve paraya bağlayanlar da çocukluklarını daha iyi hatırlamak için kullanırlar.”
Sözcüklere sarılıyorum o an. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyişiyle “Allah bana harfsiz bir saniye vermesin.” diyorum içimden. Biliyorum ki sözcüklerimi kaybedersem şeytanlaşacağım. Sözcüklerimi yitirirsek hepimizin haz ve hız şeytanının kulu olacağımızı geçiriyorum içimden. Külüstür lunaparka uzun uzun bakıp gözlerine dalıyorum. Salıncak diyorum o süt dişleriyle Türkçenin, kaydırak diyorum, atlıkarınca diyorum…