Yayınlanma Tarihi: 29 Eylül 2020 — okunma
Bitlis’se ve okuluma yavaş yavaş alışıyordum. Daha önce hiç gitmediğim bir yerdi. Derslerin dışında bazı sosyal faaliyetler yapmaya karar verdim. Çünkü öğrencilerin hepsi her yönden başarılıydılar.
Yatılı okulun ne olduğunu bilmek için orada yaşamak lazım. Onlarca öğrenci ailelerinden eğitim için kopmuş, çok uzaklarda kendi başlarının çaresine bakmaya mecbur kalmıştı. Fiili olarak ana var, baba var ama kimse onların yanlarında değil. Bu arada ana ve babalarından vefat edenler varsa onların durumu daha farklı.
Yatılı okulda öğrenci olmayı yerinde görmeyen bilemez. Ancak, şu anki yazımızın konusu bu değil. Yatılı okullar konusuna ileride yine temas ederiz.
Okulların açılmasıyla birlikte kısa zaman sonra herkes şartlarına uyum sağlamaya çalışıyordu. Yatakhane, yemekhane ve dershane üçgeni arasına sıkışmış bir hayattı yaşıyorduk hep beraber. Ben de okulun pansiyonunda “Belletici öğretmen” olarak kalıyordum.
Günlerden bir gün okulun müdürüne gidip, öğretmen okullarının kuruluş yıl dönümü münasebeti ile ilgili olarak okul adına bir temsil düzenlemek istediğimi söyledim. Mevcut müdür bana; “Okulumuzda yatılı kız öğrenci yok, sadece erkeklerin rol aldığı bir eseri nasıl bulacaksın?” dedi. Ben de; “Ben yazarım” dedim. Müdür bey; “Bu işler öyle kolay değil” dedi. Bunun üzerine bir anda çocukluğuma gittim.
Ben ilkokul ve ortaokuldayken ders kitaplarındaki şair ve yazarlardan başka kimsenin bir şey yazamayacağını, bütün yazılanların kitaplarda yazılanlar kadar olduğunu sanıyordum çocukluk muhayyilemde. Ta ki liseye gelene kadar. Lise sıralarında arkadaşlarımın şiir ve kompozisyon yazdıklarını hayretle karşıladım. Sonra gazete köşe yazarlarına hayranlık duydum. Bir yandan da “Demek oluyormuş” diye geçirdim içimden. Demek ki müdür beyin şuuraltına işlenmiş şeyler vardı.
Kısa zaman içinde zihnimde bütün bunlar resmigeçit yaptı. Anladım ki eserin altında benim ismim onu tatmin etmeyecek, hemen başka bir çare düşündüm. Okul müdürüne “Ben bir araştırayım efendim, belki bulunur” dedim. Bunun için on günlük bir müsaade istedim.
Aslında araştırma falan yapacak değildim. Kendi yazdığım eserin altına başka bir isim yazarak sundum. Olur, aldıktan sonra çalışmalara başladım.
Bana şimdi rahmetli olan Mustafa Naim Coşkuner hoca yardımcı oldu. Hafızamda kaldığı kadar şu öğrencilerimi çalışmalara davet ettim. Bunlar arasında isim hatası yapıyorsam kendilerinden özür dilerim.
Oyunumuzun ismi “Bay Sakin ve Meraklılar” idi. Görev alanlar ise: Erol Çalı, Bülent Şahin, Ömer Güllü, Alaaddin Doğan, Hamit Çiftçi, Mehmet Güneş ve Kemal Kutlu idi.
Biz ders ve etütlerden arta kalan zamanlarda okulun öğretmen odasında çalışmalara başladık. Kısa sürede ezber işi bitti ve işin diğer kısımlarına geldik. Ancak o kadar başarılı bir ekibin bir araya gelmesi takdire şayan bir şeydi. Sanki oyunu onlar yazmış veya o karakterleri yaşıyor gibiydiler. Bence bu iş için eğitim almışlara taş çıkartırlardı.
Piyes sahneye konduğunda ben de seyirciler arasında yerimi aldım. Eser tek perdelik bir komediydi. Seyredenler neredeyse gülmekten izleyemeyecek hale gelmişti.
Mustafa Naimi hoca ile daha oyun bitmeden birbirimizi tebrik ettik. Tabii daha sonra oyunda görev alan kahramanlarımızı…
Onlar o kadar heyecanlıydılar ki bizim tebriklerimizin farkında bile değillerdi.
Piyesi okul müdürü de beğendiğini söyledi ve ilave etti ; “Gördün mü işi bilen yazınca daha güzel oluyor” dedi. Ben de “İşi ne kadar biliyorum bilmem ama elimden geleni bu kadardı. Belki zamanım olsa daha güzel yazabilirdim” dedim.
Sadece yüzüme uzun uzun baktı. Kızdı mı sevindi mi bilmiyorum.