Yayınlanma Tarihi: 28 Nisan 2024 — okunma
Bazen oturup araştırma yapmak bir yeri tanımak için yetmeyebiliyor. Eskilerin “Aynel yakin” diye adlandırdıkları şey öğrenmek istediğin neyse onun yakınında bulunmaktır.
Alucra Giresun’a bağlı sahile uzak bir ilçe. Zaten Anadolu’da denize komşu olan illerin ilçeleri hakkında söylenen bir sözdür bu. Karadeniz sahilinde bir ilçenin komşularını sayarken “Kuzeyinde Karadeniz” diye başlanır ve diğer ilçeler sıralanır. İç bölgelerde bulunan illerin ilçeleri ise il merkezine göre tanımlanır.
Alucra, Giresun’a 150 km uzaklıkta bir ilçe. Bu uzaklığı için belki “El ücra” şeklinde kullanılmış olabilir. Ücra kelimesi; uzak, sakin, ıssız gibi anlamlara gelir. Doğrusu denizi ve il merkezini esas alırsak bu isim Alucra’ya uymuş.
Alucra ismi için başka bir rivayet de var. Fatih’in Trabzon seferinde Alucra’dan geçerken askerin yorgunluğu azaltmak ve direncini artırmak maksadıyla askerlerine “Aluç arayın!” talimatı vermiş olduğuna dair söylentiler var. Aluç aramak zaman içinde “Alucra” şekline dönüşmüş. Ancak ilçede yaşayanlar halk ağzı ile şehrin ismini “Alucara” olarak da söylemekte.
İster aluç aramaktan, ister ücra olarak kabul edildiği için olsun Alucra hakikaten hem kendi iline hem de komşu il merkezlerine oldukça uzak bir içe. Sivas’a 232 km, Erzincan’a 156 km olan bu şehrin kendi iline uzaklığı yukarıda bahsedilmişti.
Şehir merkezinin tek ana caddesi var. Temiz ve geniş. Şehrin ileriye doğru genişlemesi için yeterli arazi var ama devlet millet elbirliğine çok ihtiyacı var. Caddenin sonunda şehir bitiyor. Diğer taraflara tali yollardan gidilmesi gerekiyor.
Kışın sert geçmesi iklim olarak normal. Nisana kadar kar kalabiliyor. Günümüz neslinin iş olsa bile “büyük” kabul edilen şehirlere göç etme isteği anlayışı bu tür Anadolu şehirlerini boşaltmış. Göçün ana sebebi ekonomik olarak doğru olsa da kültürel ve sosyal sebepler hiç dile getirilmemiş. Hemen hemen herkes “Buralarda geçim zor” bahanesine sığınmış. Üzerinde özellikle sosyologların durması gereken bir konu iken ekonomistler konuşmuş.
Bir yerde göçün sebepleri arasında bir gün ekonomik sebepler dışında da konuşulur ve bazı tedbirler alınırsa şehre olan akışın hızının biraz yavaşlayacağını düşünüyorum.
Şehrin merkezi gerçekten ferah. Hem melez hem de hem de “arabesk” yapılar dikkat çekici. Melez diyorum eski tarz mimariyi yeni yapı malzemeleriyle inşa etmişler. Yine eskiden yapılmış binaları aslına uygun malzemeler ile değil de daha dayanıklı olduğu düşünülen malzemeler ile tamir edince farlı bir tarz çıkmış ortaya.
Kelkit vadisinde bulunan şehirlerden biri. Tarihi binalar “ben hâlâ ölmedim gibi duruyor. Yeni binalar ise eskilerin bir an önce ortadan kalmasını ister gibi. Çünkü zarafet ve estetik bakımında beton yığınından başka bir şeye benzemeyen yeni binalar bir an önce eski yapıların ortadan kaldırılmasını ister gibi. Eskilerin hayattan çekilmesi yenilerin daha güzel olduğu manasına gelir mi tartışılır. Bu bir nevi deve kuşunun başını kuma gömmesine benzer.
Alucra; dağ, göl, nehir, şelale ve buna benzer göze hitap eden şeylerin dışında da merakı olanlar için görülmesi gereken bir ilçe. Haa gittiğinizde “Bizi bu insanları görmek için mi burayı tavsiye ediyorsunuz?” sorusunu soracaksanız hiç gitmeyin bu yerlere. Çünkü doksan dokuz tane şelale görseniz bile yüzüncüyü görmeyi tercih edecek olanlar var. Günümüz insanına göz ile bakmayı öğretmişler çünkü. Hiç kimse zevkinden ve konforundan taviz vermek istemiyor.
Böyle bir yerde tesadüfen de bulunduğum için memnunum. Şunu gördüm ki göz ile bakmakla, gönül ile bakmak arasında çok fark var. Tıpkı makine ile bir ağaç arasındaki fark gibi. Ruha sahibi olmayan bir bitki bile bir makineye göre daha estetik. Hem biyoloji hem de fizik dersine girmiş biri olarak bu tanımı yapma hakkım olmalı değil mi?
Alucra burada bitmedi. Çükü yerimiz bitti de ondan.
El ücraya selamlar. Bir gün daha yolum düşerse bu sefer ben de aluç aramaya çıkacağım. Aluç deyip geçmeyin faydalarını bir okuyun! Mühim bir bitkidir. Üstelik de canlı…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.