Yayınlanma Tarihi: 11 Mart 2016 — okunma
Arabamızın bozuk asfalt yolda ilerlerken bedenimi hırpalamasana aldırmıyorum bile çünkü kalbim dışarıda gürül gürül akan Akdeniz baharında.Akif’ten mülhemle toprağı sıksan aşk fışkıracak,yeşil çayırlar bir çocuğun en çok ilkbahar gülüşü gibi.Yavaş yavaş, 13 nüfuslu, tek katlı,pek uzakta olmayan fakat bizim köyümüz olan köy okuluna doğru yol alıyoruz.Dışarıda o kadar iç ısıtıcı bir güneş var ki çocukların yüreğine bunu ekleyeceğim.
Heyecanlıyım.Ellerim,ayaklarım bir park çılgınlığı…Arkadaşlarıma pek belli etmesem de yastığımın altına koyduğum ilk hediyem gibi içim.Cahit Zarifoğlu’nun Serçe Kuş’u gibi kıpır kıpırım.Uzun zamandır köy çocuklarının yanağına dokunmamış,o saf ve tertemiz gözlerinin içine ılık ılık bakmamıştım.Konuşmalarında şakımayı unutmuş,gülücüklerindeki efkar dağıtan tınıyı içime çekmemiştim.Doğallığın ve çıkardan arınmış saf duyguların hakim olduğu köy çocuklarının yaşamını ta iliklerime kadar hissetmemiştim uzun zamandır.Aslında bu duygulara o kadar yabancı değilim.Birçok iklimde birçok çiçeği kokladığım gibi onları da kokladım yüreğimin tellerine işleyerek.Onları düşündüm,hayal ettim…Dizelerime bir oya gibi işledim,şiirler yazdım,okudum onlara…Dertlerini paylaştım,dert aldım ve belki de bazen farkında olmadan dert verdim.Göz yaşlarını sildim kimi zaman anne gibi,kimi zaman bir baba gibi saçlarını okşadım.Yabancı değilim onlara aslında,yaşamımın yarası onlara nice güzellikleri ekmekle geçti.Çocuğun dünyasını hiç atmadım içimden.Biliyorum ki atarsam en önce duygularım kirlenecek,düşüncelerim yozlaşacak,şiirimi kaybedeceğim:
“Dal nasıl , yaprak nasıl, ekin nasıl büyürse
Toprak nasıl uyanırsa bir incecik yağmurdan
Orda bir çocuk büyür yumak yumak bir nurdan,
Burda ben…”(Yavuz Bülent Bakiler)
Okulun önüne geldiğimizde çocuk cıvıltılarını sözcüklerimde hissediyorum.Bütün kötülükleri mezara götüren bir müpteladır çocuk neşesi.Cahit Sıtkı’nın dediiği gibi “sorulsa çocuk bahçesidir derim karşı bayırdaki mezarlık.”Çocuklar geldiğimiz görüyor,koşuyorlar içeri hemen.Biliyorum ki karşılama kıtası hazırlanıyor.Arabadan indiğimizde on bir güleç yüz,on bir papatya gülücük gözlerini bize dikmiş,sıraya girmişler bizi karşılıyor.Basit bir olay gibi görünen bu görüntü beni o kadar mutlu ediyor ki gökyüzüne onlarla resim çizsem yeridir.Onları görür görmez kimsenin duymayacağı bir sesle “Çocuklar,ah!Allah’ım'” diyorum kısık kısık.Kalbim hızlı hızlı atıyor.Çocuklarımdan ve eski öğrencilerimden biliyorum çocuk neşesini,bulaşıcıdır.
Nice çocuklar gördüm oysa yoksulluğun,yoksunluğun ve terk edilmişliğin acısını ellerinde ve yüzlerinde.
Kar ve soğuklarda kara lastikleriyle okul yolunu arşınlayanları…
Küçük bedenlerine annesinin ve babasının acılarını sığdıran Kürt çocuklarını…
Bir anne ve baba sıcaklığına muhtaç yetim çocukları…
Daha ilkokul başlangıcında okul pansiyonlarına ve koridorlarına terk edilmiş Kadir’leri…
Savaşın ve kanın yoğrulduğu topraklardan ailesiyle kaçıp gelen ve büyüklerin paylaşım hırsından ve açlığından bîhaber Suriyeli savaş yorgunlarını…
Şiirlerden tanıdım bombaların bedenlerini paramparça ettiği Filistinli yavruları…
Türkistan’da sürgünün acılarını yaşayan ellerinde kanlı bez bebekler kız çocuklarını…
Nice çocuklar gördüm oysa baharın hiç uğramadığı delik deşik sınıfları…
Bir yetim kızın “Ben sizi babam gibi seviyorum!” deyişindeki hüzün ve sevinç karışımı titreyişleri…
Çocukların nice ülkelerin anayasalarından daha şefkatli olduklarını gördüm Kudüsleri görüp:
“Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar”(Nuri Pakdil)
Tiril tirilliğine sarılmak istiyorum hepsine,yanaklarını okşamak sonsuz bir şiirin kardeşliğiyle.Gözlerindeki kardeşliği alıp geçiyoruz sınıfa öğretmenleriyle.O kadar heyecanlılar ki uçacak neredeyse yürekleri.Hepsine sarılmak istiyorum,dünyayı sarmak istiyorum onlarla,onları dünyaya sarmalamak istiyorum.Kucaklamak,sonsuz bir duanın huzura götüren kelamı gibi yanaklarına dokunup kucaklamak istiyorum.Meğerse ne kadar çocukmuşum ben,onlarla çocuk olmak istiyorum büyüklüğümle kirlettiğim dünyadan sıyrılıp.
Getirdiğimiz hediyeleri paylaşıyoruz.Sanki bunları beklermiş gibi yerinde duramayan kumrular gibi bizi bekliyorlar.Gözleri sevgi aleviyle harmanlanmış uçacaklar neredeyse sınıftan.Yaklaşıyorum hepsinin yanına adlarını soruyorum.Üstleri başları o kadar temiz,o kadar güzel ki,işte bu güzellik diyorum yürek temizliği de imandan gelir.İman etmiş bir neslin çocukları sözcüklerine de gülücüklerine da davranışlarına önce bu süsü mıhlar.Kokluyorum hepsini onlar farkında olmadan.Nice şiirler,nice mısralar geçiyor da içimden;tutsam,yakalasam da bağlasam gözlerine.Nice imgeler fışkırıyor sınıftan defterime yazmaktansa hepsini yüreklerine yazıyorum.Bırak imge de şiir de kalsın bugün her zamanki yerinde.Çocuk bir şiir ya,durmadan onları okuyorum.Onlar farkında değil,yanaşıp okşadıkça başlarını yüreklerine saf şiirler bırakıyorum:
“Ağıt yakışmaz
şiire ve çocuk yüzlerine
ki çocuk yüzleridir getirir bizlere
gereğini bağımsızlığın”(Nuri Pakdil)
Hepsinin ayrı bir evreni,ayrı damarları ve dehlizleri var,biliyorum.Hani bir kuş getirsem sınıfa,kızacaklar bana,alıp elimden uçuracaklar hemen.Özgürlük en çok çocuklara yakışır çünkü…Oturuyorum sıralarına,hediyelerini konuşuyorum;anne ve babalarını.Köylerini ve çayırlarını…Işıl ışıl akan sözcüklerinde Türkçeyi tadıyorum.Allah’ım Türkçe ne kadar çocuk…Hani “Çocuk Kuş” şiirinde diyor ya Dağlarca “Kuştu onlar,şimdi uçuyorlar okul bahçesinde..”
“Bir kuştu,
Yeşilli yeşilli bir kuş.
Her tüyüne bir çocuk kordelası bağladılar
Uçtu o.”(Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Getirdiğimiz topları oynuyor onlar,onları izliyorum.Güvercin çığlıkları oyunlarına karışıyor,onları dinliyorum.Utangaç utangaç bakışıyoruz bazen onları yazıyorum…Onların haberleri yok nice masallar sardı kalbimi,nice mısralar aktı okul bahçesine.Arkadaşımın dediği gibi uzaktan onları izlerken mısralar çağırıyor şiir cinlerim bir yerlerden.Uzak dağlara bakarken gözlerim koşuyorum sınıfa hızlıca.Oturuyorum usulcacık kimseye fark ettirmeden.Mavi gözlü devin çağlayan gözlerine bakıyorum.Onun bıraktığı bakış dışarıda bahçeyi çınlatırken ben tutup tahtaya yine onları yazıyorum:
“Kürsünün üstünde bir resim:
Gözleri denizlerden mavi
Bakışları güneşlerden sıcak,
Dört mevsim
Kürsünün üstünde:
Atatürk’ün arkasında al bayrak,
Kollarını kavuşturmuş göğsünde.”(Behçet Necatigil)
Arabamız dönüş yolunda ilerlerken okuyorum şiiri fısıltıyla.Onlara da okumalıyım bu şiiri daha sonra.Okuyup o “mavi gözlü devi” anlatmayalım onlara.Onca mısranın arasından gelip takılıyorum sürekli bir bölüme.Eve gidip bir an önce çocuklarıma sarılmalıyım o mısraları okudukça:
“Tıpkı sınıftaki gibi,
Yapacağım bir işte
Bu resmindir rehberim
Kötülüğe uzanırsam
Çat kaşlarını,
Tutulsun ellerim.
Tıpkı sınıftaki gibi,
Bütün ömrüm boyunca
Yaptığım bir işte
İyi, doğru oldumsa
Sevincini belli et,
Gülümse!” (Behçet Necatigil)