Yayınlanma Tarihi: 14 Temmuz 2015 — okunma
1978-80 arasında sağ sol çatışmalarıyla iç savaşa adım adım ilerliyorduk. Hayalî kimliklerle milletimizin bu çilesini Vebal romanımda anlatmaya çalıştım. Eserin eğitimci ve gazeteci rolündeki hayalî kahramanı öldürülmeden önce gazete köşesinden milletine şöyle sesleniyordu:
“Göz önünde olan politikacı, yazar, sanatçı, eğitimci bütün aydınlar beğenmediği, benimsemediği fikirleri sert sözlerle eleştirme alışkanlığından kurtulmalıdır. Herkes her fikre, her değere hoşgörüyle bakma gücünü kazanmalıdır. Adaletin, kalkınmanın ve ileri ülke olmanın temel anlayışı olan bu gücü kazanabilirsek kimse bizi çatışma ortamına sürükleyemez, bunu yapmaya çalışanların kuklaları da güvenlik güçlerinin kontrolü altında kalakalırlar. Bu millet adalet ve kalkınma davasını ancak bu güçle kazanacaktır.”
37 yıl önce askerî yönetimce basımına izin verilmeyen romanda dile getirdiğim davamın 2001 yılında parti adına dönüşmesi beni heyecanlandırmış, hemen katkı vermek üzere hizmete koşmuştum. Yaşadıklarımı, birikimimi sunmak istedim durdum bugüne kadar. Ne makam ne mevki talebim yerine getirildi. Ama davanın hayata geçirilmesi için yıllarca ancak duacı olabildim. Kalkınma adına çok şey yapıldığını görüyor, binlerce vatandaş gibi mutluktan uçuyordum. Sonunda 7 Haziran seçimlerinde de aday adayı oldum. Bu süreçte sivil toplum kuruluşları özellikle de muhtarlarla memleket idaresi konusunda istişareler yaptım. Gördüm ki dava adına güzel şeyle oluyor ama milletin evlatlarının hizmet etme gücü adaletle harekete geçirilemiyor. Neden? Çünkü sen ben satrancı oynanıyor. Köşeleri ele geçirmiş olanlar, nasıl olsa oy alan bir karizma var, hizmet için yetenekli insanların önünü keselim; fikir üretmesinler, göz önüne çıkmasınlar; teşkilatları yukarıdan gönderilen sinyaller böyle diye yönlendirelim anlayışıyla hareket ettiler. Bu anlayışa tepkiler birikti birikti birikti…13 yıl sonra karizma çizildi. Çizen kim? En büyük benim, benden başka büyük yok egosuna yenik düşenler. Dava arkadaşlarıma Namık Kemal’in “Memleket bitti, bitmedi hâlâ sen ben” dizesini hatırlatmaktan dilimde tüy bitti. “Rakip değil, ekibiz!” seçim sloganımın da mantığı buydu. Şimdi sormak istiyorum etkili ve yetkili dava arkadaşlarıma: Aday adaylarının taraftarlarından yeterince yararlanabildiniz mi? Sessiz çoğunluğun tepkisi aday adaylarına mıydı sizce? Neyse olan oldu, bundan sonraya bakalım.
Uzlaşma kültürünü dava uğruna hayata geçirelim artık. Herkesin adalet ve kalkınma adına fikirlerini dinlemek, aklın ışığında uzlaşma noktasını bulmak için çalışmasını sağlayalım. Dün bir kesimin yaptıklarını suçlama malzemesi yaparken, bizim de sessiz çoğunluğa “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” dedirtmemiz lazım. Milletin isteği uzlaşma, adalet ve kalkınmanın da temeli uzlaşma! Bizim gibi düşünmeyenlerle uzlaşma demokrasinin gereğidir. O şunun adamı, bu onun adamı diyememeli sessiz çoğunluk! Yol yöntem açıcı fikirleriyle halkın gönlüne kimler gidebiliyor, sivil toplum kuruluşlarının fikri, isteği nedir? Dava uğruna karşıt fikirleri aklın yolu bire getirerek uzlaşmayı başarabilenler kimler? Bunlara bakalım artık! Koalisyon görüşmelerinde de uzlaşma kültürünü öne çıkardığını kanıtlayan demeçlere bakacaktır sessiz çoğunluk. Bunu unutmayalım, çağımız çatışma değil uzlaşma çağı, çatışanların hali ortada değil mi?