Yayınlanma Tarihi: 31 Ağustos 2023 — okunma
Vakit öğleyi devirmek üzereydi. Rotamız Bayburt’un Demirözü ilçesiydi. Ülkenin en az ilçesi olan Bayburt üç ilçeye sahipti. Merkezin dışında olanlardan biri Aydıntepe diğeri Demirözü’ydü.
Daha ilçe sınırlarından içeri girer girmez bir şaşkınlık ifadesi kapladı. İlk haliyle bir sanayi beldesine benziyordu. Sağlı sollu bazı iş yerleri, çay ocakları, birkaç traktör ve bazı evler.
Yürüme adımlarla ilçe merkezini birkaç dakikada geçmeniz mümkün. Tarihi bir şehir görüntüsü yok. Köy ile kasaba arası bir mekâna benziyor. Çevrede siteler kurulmuş. Belli ki Bayburt il olduktan sonra kalkınma hızlanmış.
Esentepe Zafer Sokak’ta gezerken 1999 yılında yapılmış Merkez Camii karşılıyor bizi. Cadde boyu yürürken Şirin Bağlar Sokak karşılıyor bizi.
Şehrin kokusunu almak için dolaşıyorum içinde. Önce mekânlara, binalara bakıyorum. Mimari, şehir planı, ticarethaneler ve sokakta gezenler. Hem yolun yorgunluğu, hem de şehrin yabancılığını atmak için temiz havayı teneffüs ediyorum.
Şehrin bilinen anlamda şehir olması için çok işi var. Eski binalar tarihi değil ki korunsun. Farklı bir mimari de yok. Sadece daha önce yapılmış eski binalar ve zamanla yapılmış yeni binalar. Bir kararsızlığın vücuda gelmiş hali.
Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışan insanlar. Tarım şehrinden çıkma mücadelesi veriyor. Aslında kendilerine yol yordam gösterecek birileri lazım.
Bir çay ocağına oturuyorum. Konuşmalar ülkenin diğer taraflarındaki gibi. İnsanların temiz kalmış tek yanı gönülleri. Yüzlerinden hayatın sillesini yemiş insan manzaraları görüyor bakanlar. Yapılacak çok iş kendilerince. Bu topraklarda doğmuşlar. Nereye gidebilirler ki?
Değişmeyen şeylerden biri de çay ocaklarının “ince belli” olarak bilinen çay bardakları. Çayları yudumlarken misafir olduğu anlayanlar önce nereden geldiğimi sordu haliyle. Sonra Ünye ile Demirözü arasındaki mesafeyi düşününce onca yolu burayı görmek için geldiğime şaşırıyorlar.
Hem çay içiyor, hem de sohbet ediyoruz. Birazdan kalkıp Bayburt merkeze gideceğim. Kendimce bir kurnazlıkla çayın fiyatını öğreniyorum bir şekilde. Kimseye belli etmeden parasını bırakıyorum tablanın kenarına. Tabi kalkarken herkes çayları kendileri ödemek istiyor. Sadece ocakçı biliyor işin aslını. Beni bozmuyor. Ardımdan “Güle güle beyim” diye güzel temennilerde bulunuyor.
Her ne kadar dağınık bir görünümü varsa da kolay toparlanacak gibi duruyor. Özellikle bazı işyerlerinde bulunan; alüminyum, plastik mamuller, renkli ipler, mutfak bıçakları, tarım aletleri ve buna benzer birçok şeyin aynı işyerinde satılması seneler öncesine götürüyor insanı.
Biz özü sağlam insanlarla sohbet ederken birisi ne iş yaptığımı soruyor. Emekli öğretmen olduğumu söylediğimde ilk sorulan sorunun “Yeni nesil nasıl yetişiyor sizce?” olması beni hem bir şaşkınlığa hem de hayranlığa bırakıyor. Yani tabiri caizse soruyu “Kitabın ortasından” soruyor. Belli ki soran kişi problemin kaynağını öğrenmek istiyor.
Kendimce anlatıyorum anlatırken de “Herhangi bir” siyasetçiye benzememeye gayret gösteriyorum. Dinleyenler tasdik manasında başlarını eğiyor. Kimisi de “Haklısın beyim” diyor. Anlattıklarımdan kendi anladıkları kadarıyla…
Çok uzun olmayan bu sohbetin ardından özü sağlam insanların yurdundan uzaklaşıyorum. Yol boyu ettiğimiz sohbetleri düşünüyorum. İçimden “Âlim olmak başka, arif olmak başka” diye geçiriyorum. Ve aklımda bana sorulan o soru kalıyor hep. “Yeni nesil nasıl yetişiyor sizce?”
Peki sizce…